GİRAY DUDA
Yeni Türk Ticaret Kanunu bir efsane gibi dillerde dolaşıyor. Bin beşyüzden fazla maddesi ve yıllar süren hazırlık aşaması, TBMM’den geçişi ve yapılan değişikliklerle bu kadar konuşulmayı da hak ediyor. Üstelik muhalefet partileri TBMM Genel Kurulunda tartışmaya girmediler ve hızla kabul edildi. Diğer yasalarla aynı yolu izleseydi bu kez politik arenalarda da uzun uzun konuşulacaktı.
1 Temmuz’dan hemen önce Haziran sonundaki kanun değişikliği Türk Ticaret Kanunu’ndaki tam 100 maddeyi değiştirdi. Üç tane de geçici madde eklendi. Dolayısıyla 103 madde ticaret kanununda ve 11 madde de yürürlük kanununda, böylece toplamda 114 maddede az ya da çok değişiklik yapıldı.
► 50 MADDE DAHA DEĞİŞİR
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ticaret Hukuku Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Abuzer Kendigelen ile kanunda yapılan son değişikliklere ve şu andaki duruma kısaca değinme fırsatı bulduk. Elbette, bu koskoca kanunu her yönüyle ele almak için yüzlerce saatlik konuşma ve yüzlerce sayfalık da yer gerekiyor. Prof. Kendigelen, şu anda en az 40-50 maddenin değişikliğe ihtiyaç duyduğunu belirterek önümüzdeki dönemde kanunun uzun süre gündemde kalacağını belirtiyor. Prof. Dr. Abuzer Kendigelen’e ‘Global Sanayici’ adına sorduğumuz sorular ve aldığımız yanıtlar şöyle:
- 28 Haziran 2012’de, yasanın yürürlüğe girmesinden hemen önce yapılan değişiklik, çok eleştirilen hükümlerde düzeltmeler yaptı mı, bir rahatlama sağladı mı?
- Bir defa şunu söyleyebiliriz. Yeni Ticaret Kanunu henüz
16 GLOBAL SANAYİCİ AĞUSTOS 2012
yürürlüğe girmeden yapılan değişikliklerin büyük bir kısmı zaten Şubat ayından bu yana kamuoyunda konuşulan, tartışılan maddeler ekseninde yapılan değişikliklerdir. Bunları birkaç başlık altında toplamak mümkün.
■ Birincisi, TTK, şirketlere çok büyük ekonomik külfet, ek maliyet getiriyordu. Bunu ben de birçok kez dile getirmiştim. Ticaret şirketleri, özellikle sermaye şirketlerine yönelik olarak ek maliyet getiren o kadar hüküm vardı ki bunların bir kısmını izah etmek bile mümkün değildi. Mesela bütün sermaye şirketleri internet sitesi kuracaklardı. Bunun bir maliyeti var. Kurup kurmamasını tartışabiliriz. Ama bütün sermaye şirketleri internet sitesinde yayınladıkları yönlendirilmiş mesaj adı verilen mesajları da ayrıca noter tarafından onaylı bir defterde suretlerini saklayacaktı. Böyle bir maliyete gerek var mı yok mu bu tartışılmalıydı.
■ Küçük büyük, tek kişi çok kişi, halka açık kapalı hiçbir ayırım yapılmaksızın bütün sermaye şirketleri bağımsız denetime tabi tutulmuştu. Bağımsız denetimin maliyeti de dikkate alınarak orada bir rahatlama getirildi.
■ Bir şirket kuracaksınız, ana sözleşmeyi hazırlıyorsunuz. Araya bir noter beyanı sıkıştırdılar. Elbette bunun bir ek maliyeti var. Yıllık bilançoların, kar-zarar cetvelinin, faaliyet raporlarının hem internet sitesinde yayınlanmasını istiyorlardı hem de Ticaret sicil Gazetesi’nde ilan edilmesini şart koşuyorlardı. Bunların her birini üst üste koyduğunuz takdirde bir maliyet kalemi olarak şirketlerin karşısına çıkacağını çok rahatlıkla söyleyebiliriz.
■ Ben şöyle söylüyordum. Bir limited şirket kurmak için 10 bin TL sermayeye ihtiyacımız var. Ama şu bahsettiğimiz işlemleri gerçekleştirmek için her yıl o sermayeden daha fazla bir masraf yapmak zorundaydık. Bunu izah etmek hakikaten çok kolay değildi. Dolayısıyla ek maliyet getirdiği düşünülen bütün düzenlemeler kaldırıldı. Defter onaylarında sınırlama getirildi. İnternet sitesine ilişkin defter kaldırıldı. Bağımsız denetime tabi şirketleri belirleme yetkisi Bakanlar Kurulu’na verildi. O yetkiyi nasıl kullanacak şu anda bir şey söyleyemeyiz ama en azından küçük ve orta ölçekli şirketlerin bu bağımsız denetimden kurtuldukları söylenebilir.
■ Kuruluştaki noter onayı kaldırıldı. Ticaret sicilinde finansal tablolara ilişkin tescil ve ilan yükümlülüğü ortadan kaldırıldı. Diyebilirim ki her türlü defter için getirilen kapanış onayı sınırlandırıldı. Sadece iki defter, yevmiye defteri ve yönetim kurulu karar defteri için sınırlı bir kapanış onayı öngörüldü. Değişikliğin merkezinde maliyetin mümkün olduğu kadar minimize edilmesi, aşağıya çekilmesi hedefi yatıyordu. Zaten bu 100 maddeye baktığımızda ilk planda bunu görüyoruz.
Mesela bazı hususların Türkiye’de 50 binin üzerinde tirajı olan gazetelerde de yayınlanması şartı aranmıştı. Bu da kaldırıldı. Bunun kaldırılmasının yegane sebebi, bu maliyetin minimize edilmesidir.
► DEĞİŞİKLİKLERİN YARISI İŞLEM DENETÇİSİYLE İLGİLİ
- Yasadaki cezaların çokluğu ve miktarların yüksekliği hemen herkes tarafından eleştirilmişti.
-Yapılan değişikliklerle ilgili olarak söyleyebileceğimiz ikinci bir temel gerekçe, yeni kanunda bir takım suçlar ihdas edilmesi ve eskiden gelen suçların cezalarının ağırlaştırılmasıydı. Tabloya baktığınızda, suçta ve cezada orantısızlık ilkesinin gözetilmediği gibi bir sonuç ortaya çıktı. Ben ceza hukukçusu değilim ama ceza hukukçuları da buna bu gözle baktılar.
Dolayısıyla ikinci tepki bu alanda gündeme geldi. Mümkün olduğu kadar ekonomik suça ekonomik ceza diyebileceğimiz ya da suçta ve cezada orantılılık ilkesini muhafaza eden değişiklikler yapıldı. Ne oldu? Bir çok adli para cezası idari para cezasına çevrildi. Bir çok hapis cezası adli para cezasına dönüştü. Böylece orada da bir denge sağlanmaya çalışıldı.
Bir başka önemli değişiklik olarak görebileceğimiz konu da şudur. Bağımsız denetimi kaldırdılar, daha doğrusu bağımsız denetime tabi olacak şirketleri belirleme yetkisini Bakanlar Kurulu’na verdiler. Orada adına işlem denetçisi denilen bir denetçi vardı. O denetçiyi de tamamen ticaret kanunundan silip attılar. Açıkçası şunu söyleyeyim, kuruluşta işlem denetçisine çok ihtiyaç var mıydı bu tartışılabilir. Sermaye artırımında işlem denetçisine ihtiyaç var mıydı bu da tartışılabilir. Ama bir birleşmede, bölünmede, sermaye azaltılmasında, alanında uzman olan bir işlem denetçisinin vereceği raporun faydalı olacağı konusunda da bence en ufak bir tereddüt yoktur. Ama kanun koyucu, bir yerde bir sorun gördüğü zaman kesip atmayı tercih ediyor. Dolayısıyla işlem denetçisini ticaret kanunundan sildiler attılar. Bu yapılan 100 maddelik değişikliğin belki yarısı işlem denetçisi ile ilgili değişikliktir.
- Galiba o kadar tepki sonucunda yeni bir tepki düzenlemesine gidildiğinde, dediğiniz gibi işlem denetçisi de uçtu gitti.
- İşlem denetçisinin tamamen uçup gitmesinin arkasında belki başka gerekçeler de var. Nedense sanki burada yeminli mali müşavirlere yönelik bir özel düzenleme yapıldığı şeklinde algılanmış olabilir ve bu algıyı kırmak için bu değişikliği yapmış da olabilirler.
► AMAÇ ŞEFFAFLIKTI AMA ÖLÇÜ KAÇIRILDI
- “Bu yasayı yeminli mali müşavirler hazırlamış olsaydı onlar için bundan daha iyisi olmazdı” biçiminde de eleştiriler vardı.
- Belli bir meslek üzerinden gitmek belki doğru olmayabilir ama algı olarak söyleyeyim, amaç buydu, böyle yapıldı kesinlikle diyemem. Amaç, mümkün olduğu kadar şirketlerin şeffaf olmasını, hesap verebilir ve denetlenebilir olmasını sağlamaktı. Düzenlemeler de bu niyet çerçevesinde getirildi. Ama orada da kanun koyucu ölçüyü kaçırmış olabilir.
Bence tüm şirketlere bağımsız denetleme getirmek isabetli değildir. Her yerde işlem denetçisi diye birisini ortaya çıkartıp yapılmış olan işlemleri ona denetletmek uygun değildir. En basitinden şunu söyleyeyim, bir anonim ortaklık kuracaksınız, anasözleşmeniz var. Sermayenin dörtte birini bankaya bloke etmişsiniz ve dekontunuz elinizde. Bir de kurucular beyanınız var. Eğer bir ayni sermaye varsa mahkemeye gitmişsiniz ve bilirkişi değer tespit etmiş ve onu da yazmışsınız. Şimdi bütün bunları işlem denetçisi denetleyecek diyoruz. İşlem denetçisi ne yapacak? Ana sözleşme var mı, banka dekontu var mı, mahkemeden bilirkişi incelemesi yaptırılmış mı buna bakacak. Bunu zaten uzman olması gereken bir sicil memurunun yapması mümkün. Dolayısıyla orada bir işlem denetçisine ihtiyaç olmadığı çok rahatlıkla söylenebilir. Ama ekonomik bir takım tahlillerin, hesaplar üzerinde bir takım değerlemelerin yapılmasını zorunlu kılan birleşmede, bölünmede veya alacaklıları birinci planda ilgilendiren sermaye dağıtılmasında işlem denetçisinin o ekonomik veriler üzerinde denetleme yapması çok isabetli olabilir. Kanun koyucu ölçüyü orada kaçırmış birinci adımda, onu düzeltelim derken yapılan düzenlemede de bu kez ölçü tersine kaçmış. Yani bir orta yolu açıkçası orada bulamamışız diyebiliriz.
► MUHASEBELEŞTİRME DEĞİŞİKLİĞİNE MÜDAHALE UYGUN OLMADI
Bu kanunda yapılan değişikliklerden bir tanesi de devletin vergi alacağına yönelik endişelerinden kaynaklanıyor. Kanunu kaleme alanlar, kendi içlerinde tutarlı bir sistem öngörmeye çalışıyorlardı. Bir ticari bilançodan bahsediyoruz, bir vergi bilançosundan bahsediyoruz. Bir Ticaret Bakanlığı’nın denetiminden bahsediyoruz, bir Maliye Bakanlığı’nın denetiminden bahsediyoruz. Mesela bir şirket kuruyorsunuz Sermaye Piyasası Kurulu’nun iznine tabi, EPDK’nın iznine tabi ya da bakanlığın iznine tabi. Mümkün olduğu kadar bu çok başlılığı ortadan kaldıracak bir sistem ortaya koymaya çalıştılar. Hem muhasebe bakımından hem de bu şirketlerin denetimi bakımından. Onun için dediler ki uluslararası muhasebe standartlarını benimseyelim. Bundan sonra defterler uluslararası muhasebe standartları sistemine paralel olan Türkiye muhasebe standartlarına uygun olarak düzenlensin. Yıl sonunda çıkartacağımız raporlar, uluslararası finansal raporlama standartlarına uygun olan Türkiye finansal raporlama standartlarına göre çıkartılsın.
► VERGİ KAYBI ENDİŞESİ DOĞDU
Tam bu noktada, muhtemelen maliyeciler endişe duydular. Alacakları vergide bir azalma olacağını düşündüler ve defterlerin Türkiye muhasebe standartlarına göre tutulması zorunluluğunu kaldırdılar ve defterlerin Vergi Usul Kanunu’na göre tutulması zorunluluğunu getirdiler. Bütün bunların baştan düşünülmesi, tartışılması ve kanuna o şekilde yansıtılması gerekirdi. Bu kanunun hazırlığı uzun sürdü ve hiç şüphesiz Maliye Bakanlığı’nın temsilcisi de vardı. Maliye Bakanlığı bunu hesaplamalı, belki vergi oranlarında bir iki puanlık artışla ya da azaltarak o dengeyi kurması gerekirdi. Kanun yürürlüğe girerken sistemi zedeleyecek böyle bir müdahale bence çok uygun olmadı.
► KÖKLÜ DÜZENLEMEYE DOKUNMAK İSABETLİ DEĞİL
- Uluslararası finansal muhasebe standartlarını anlatan çok sayıda kurs da açılmıştı bu arada.
- Biz yine finansal raporlarımızı uluslararası finansal raporlama standartlarına uygun Türkiye muhasebe standartlarına göre çıkartacağız. Ama eskiden varolan vergi bilançosu ile ticari bilanço ayırımını kaldırmaya yönelik çaba akamete uğradı burada. Şimdi yine vergi bilançosu ön planda olacak. Onu belki maliyecilerle ayrıca konuşmak lazım ama sırf vergi gelirlerindeki azalma ihtimalini dikkate alarak böyle köklü bir düzenlemeye müdahale edilmesi bence çok isabetli olmadı.
Bu değişiklik başka bir tartışmaya da yol açtı. Değişikliğe Mecliste bir madde eklenmek suretiyle yeminli mali müşavirler ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığı nezdindeki denetçilere sınavsız, sadece bir kursu aşmak suretiyle bağımsız denetçi olma hakkı tanınmıştı. Bu hükmü yeni bir madde ekleyerek kaldırdılar. Serbest muhasebeci mali müşavirler buna çok itiraz etmişti.
► KANUNU MUHATAPLARI ZAMANINDA İNCELEMEDİ
- Odalar Birliği, son değişikliklerle ticaret kesiminin yaklaşık 7 milyar liralık bir yükten kurtulduğunu duyurdu.
- Hesap çok kolay. Şöyle yapalım. Veriler farklı ama en az veriden bahsediyorum, Türkiye’de en az 600 bin tane limited şirket var. Anonim şirketlerin sayısı da 80 bin civarında. İkisini toplarsak 680 bin yapıyor. Bu şirketlerin bir yıllık bağımsız denetimi, en makul rakam 10 bin liradır, 6 milyar 800 milyon TL tutuyor. Eski parayla 6 katrilyon 600 trilyon eder. Bu rakamlar minimum ve bir yıllık. Böyle bir parayı bağımsız denetim için harcamaktansa sanayiye, yatırıma AR-GE’ye ayırmak çok daha akıllıca olur. Bu düzeltme bence yerinde olmuştur.
GİDEREK BÜYÜYEN KARŞILIKSIZ ÇEK SORUNU NASIL ÇÖZÜLECEK?
- Karşılıksız çek sorunu çözülmek bir yana giderek dev gibi büyüyor. Mayıs’ta karşılıksız çek sayısı yüzde 200 dolayında artmış. Bu nasıl çözülür?
- Bunu bilinçli mi sordunuz bilmiyorum ama benim profesörlük takdim tezim çek hukukudur. Çekler bizim uzun zamandır kanayan yaramızdır. Sebebi şudur. Biz, kıta Avrupası hukuk sistemini benimseyen bir ülkeyiz. Kıta Avrupası sisteminde çek bir ödeme aracıdır. Bir kredi aracı değildir. İşin temeli burada.
Oysa biz Türkiye’de çeki ödeme aracı olarak değil hep bir kredi aracı olarak kullanmışız. Vadeli mal almışız, “çekte vade olmamasına rağmen” vadeli çek vermişiz. Bu, 1985’e kadar böyle gelmiş. Demişler ki bu vadeli çekin önünü alamıyoruz, buna cezai müeyyide koyalım. Zannedilmiş ki bu cezai müeyyide konulmakla çek rayına oturacak. Cezai müeyyide konulmuş, vadeli çeklerin sayısı artmış. Niye? Çünkü alacaklı, çeki alan kişi, parayı alamadığı zaman ve hacze gittiği zaman malı bulamadığında en azından bir hürriyeti bağlayıcı ceza ile alacağını tahsil edebileceğine güvendiği için çek, diğer kambiyo senetlerine oranla birden bire fırlamış, zirveye çıkmış.
Fakat kanun koyucu da yaptığının çok isabetli bir şey olmadığını görünce, 1993’te ve 2003’te yasayı değiştirmiş, hapis cezasını kaldırmış adli para cezasına çevirmiş. Aslında adli para cezasında iyi bir şey yaptığını düşünürken yine kötü bir şey yapmış. Nasıl kötü bir şey yapmış? Eskiden hapis cezası veriyordu mahkeme 1-5 yıl arasında. Bir - iki yıl ceza verip tehir ediyordu. Daha da fazla vermiyordu. Ama adli para cezasına çevirince çek bedeli kadar ceza veriyordu ve ödemeyince 3 yıla kadar hapse girme riski ortaya çıkıyordu.
Bu nedenle 2009’da burada da bir iyileştirmeye gittiler. Ama baktılar ki bu işin sonu yok. Onun için aslında 1985 yılında atılmış olan yanlış adımdan 2009’da geri dönüldü ve çeke ilişkin ceza kalktı.
Çek hala bizim hayatımızda bir ödeme aracı olarak devam ediyor. Hatta ileri tarihli çeki ticari hayattan silmeye çalışan kanun koyucu, bugün, çekin üzerinde bir tarih yazıyorsa o tarihten önce bankaya ibraz edemezsin diye ileri tarihli çeki kabul eden bir kanun koyucu haline geldi.
Kanun koyucunun burada da hukuk tekniği bakımından bir tercih yapması lazım. Kıta Avrupasını benimsiyorsak o zaman vadeli çeke hayır demeliyiz. Anglo Sakson sisteminde, yani ABD ve İngiltere’de uygulanan sistemde çekte vade de var, bankalar düzenlenmiş çeki kabul de edebiliyor, çeki ciro da edebiliyor. Bunu tercih edelim. Ama biz ne onu ne bunu tercih etmişiz, arada bir yerde kalmışız. Çeke ilişkin yapılacak düzenlemenin aslında 1985’te atılmış olan yanlış adımdan geri dönülmesi olduğunu çok rahatlıkla söyleyebilirim.
- Sonuçta karşılıksız çekler patlamış gibi gözüküyor.
- Onun da gerekçesi şu. Çeke olan bu güveni bizatihi kanun koyucu kendisi oluşturdu. Ödemezse hapse atarım diye oluşturdu. Kanun koyucunun haksız biçimde oluşturduğu güvendir bu. Siz birisine mal satıyorsanız, o kişinin ödemelerini düzenli olarak yapıp yapmadığını araştırmakla yükümlüsünüz. Elinde bir çek karnesi var ve size bir çek keşide ediyor diye her şeyinizle teslim olmayın. İlgili araştırmayı yapın.
- Her tacirin ödeme ve çek geçmişinin yer aldığı, şifre ile girilebilen bir kurum faydalı olur mu?
- Bildiğim kadarıyla zaten Merkez Bankası bünyesinde bu sistem kuruluyor. Ama bu merkezdeki bilgilerden sadece bankalar mı istifade edecek bilmiyorum. Böyle bir birime olan ihtiyaç zaten çek kanununun değiştirilmesi sırasında dile getirilmişti.
Ama bir şeyin daha altını çizmek gerekir. Bu kanun 1999 yılında kurulan bir komisyonun 2005 yılında meclise sunduğu bir çalışmanın sonucudur. Dolayısıyla bu kanunun maddeleri, 2005 yılından itibaren kamuoyuna açıktır. Herkes bu maddeleri okuyabilir, fikirlerini söyleyebilir, eleştirilerini dile getirebilir. Ama bugün dertlenenler, feryat edenler bu kanunun 2005’ten Meclis’ten geçtiği 2011’e kadar, hatta 2011’den yürürlüğe girmesine birkaç ay kalıncaya kadar hiçbir şey söylemediler. Kanunun muhatapları, paydaşları kanuna bakmadılar, görüşlerini eleştirilerini dile getirmediler. Aslında bunların zamanında konuşulması, tartışılması gerekirdi. Yürürlüğe girmesine birkaç ay kala bu tartışmaların yapılması, o açıdan baktığımızda çok yerinde değil. Birazcık iğneyi başkasına, çuvaldızı kendimize batırmalıyız. KOBİ’ler, biz akademisyenler, ticaret ve sanayi odaları gerekeni yapmadılar.
- Komisyonda ne durumda diye bakıp inceleme olanağı var mıydı?
- Tabii, elbette vardı. Adalet Komisyonu raporu olarak internette, her yerde yayınlanıyordu. Bu saydığım kesimler bu komisyona da davetliydi. Bu açıdan da sadece eleştiriyi kanunu kaleme alanlara değil kanunun muhataplarına da yöneltmek gerekir.
► FUTBOL KANUNUNDA DAMUHATAPLAR UYUMUŞTU
- Burada da geleneksel Türk yaklaşımı var herhalde. Son anda çok bağırır, çağırır, ağlarız, istediğimiz değişikliği böylece nasıl olsa çıkartırız yaklaşımı.
- Biraz bizim karakterimize uygun bu davranışlar. Yakın bir tarihte futbolla ilgili kanun çıkarttık. Arkasından kıyametler koptu. Ticaret Kanunu da birazcık böyle oldu. Türk Ticaret Kanunu’nun kabul edilmesinde sanayici ve işadamlarının çok büyük bir katkısı vardır. Sanayici ve işadamları muhalefet üzerindeki direnci kırmasaydı bu kanun çıkmazdı. Sanayici ve işadamları bu direnci kırıp bu kanunun çıkmasına vesile oldular. Ama bu kanun bizim için ne getirip götürüyor, ne gibi külfetlerle karşılaşacağız diye özel bir çaba göstermediler.
► İNTERNET SİTESİ ZORUNLU DEĞİL GEREKLİ OLMALIDIR
- Biraz önce değindiğiniz internet sitesine dönmek istiyorum. Aslında bu çağda her şirketin internet sitesinin olması onun açısından yararlı olmaz mı? Yasal zorunluluk belki çok da makul değil ama her şirket internetin olanaklarından yararlansa daha iyi değil mi?
- Her şirketin bir internet sitesi kurması, teknoloji çağında çok makul ve mantıklı olarak kabul edilebilir. Ama bu şirket reklam amaçlı ise anlam taşıyabilir.
- Elektronik ticaret çok yaygınlaştı. Satışların artırılmasında internet siteleri eşsiz fırsatlar sunuyor.
- Her şirketin bir internet sitesi kurmasına zorunluluk olarak değil de aslında gereklilik olarak bakmak mümkün. Ama bunu zorunluluk olarak düşünürseniz maliyetini düşünmek gerekir.
- Benim bildiğim kadarıyla maliyetleri de çok yüksek değil.
- Diyelim ki çok yüksek değil ve bazı sanayi odaları bu maliyeti üstlenebilecek teknik altyapıyı sunabilirler. Dolayısıyla bir internet sitesinin varlığı pek problem değil. Problem, o internet sitesinde neler yer alacağında. Bu internet sitesinde eğer siz bütün finansal tablolarınızı yayınlamak zorunda kalırsanız bu çok isabetli ve akılcı bir durum olmaz. Bu internet sitesinde yönetim kurulu başkan ve üyeleriyle yöneticilere ödenen her türlü parayı, seyahat giderlerini, tazminatları, sigortaları ve benzeri giderleri yayınlarsanız isabetli olmaz. Burada da bence bir orta yol bulmak gerekirdi. Yeni yapılan düzenleme de belki bu amaçla kaleme alındı. Ama orada da belki önümüzdeki günlerde başka sorunlarla karşılaşacağımızı şimdiden söylemek mümkün.
► KARAR ALDIN İNTERNETTE DUYURMADIN; HALA SUÇ
- Nasıl sorunlar bunlar?
- Mesela, internet sitesine ilişkin 1524’üncü maddenin ikinci fıkrası der ki birinci fıkrada öngörülen yükümlülüklere uyulmaması, ilgili kararların iptal edilmesinin sebebini oluşturur. Efendim, bütün ortaklarıma tebligat gönderdim, ama internet sitesinde yayınlamayı unuttum. İnternet sitesi kurmak yükümlülüğü olan bir şirket, yani denetime tabi şirketler için, şimdi bu, genel kurulda alınan kararın neden iptal sebebi olsun? Burada bitmiyor, devam ediyor. Kanuna aykırılığın tüm sonuçlarının doğmasına yol açar. Yani yönetim kurulu bir karar aldı ve internet sitesinde yayınlamadıysa aldığı karar batıldır diyebiliriz. Devam ediyor, kusuru bulunan yöneticiler ve yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğuna neden olur. Buna itirazım yok. Kanun diyor ki internet sitesi kur, şunları yayınla. Bunları yayınlamamasından bir zarar doğmuşsa, bunları yayınlamakla yükümlü olanlar bundan sorumlu olsunlar. Ama yapılmış bir işlemin, alınmış olan bir kararın geçerliliğini etkileyecek bir yaptırım öngöremezsiniz. Birinci fıkrayı düzelttiler ama bu düzelmedi. Maalesef hala orada duruyor.
Dolayısıyla bu tür maddeler zamanla sorun çıkartacaktır. Bu sorunları aşmak için de zaman zaman Ticaret Kanunu’na yine müdahale edilecektir diye düşünüyorum.
► KOBİ’LER BAĞIMSIZ DENETÇİDEN MUAF OLSUN
- Muhtemelen Bakanlar Kurulu internet sitesi yükümlülüğünü anonim şirketlerle sınırlayacak değil mi?
- Benim öngörüm şöyle. Sermaye şirketlerini biz iki şekilde değerlendirebiliriz. Bir ölçeklerine göre değerlendirebiliriz. Dolayısıyla ölçeklerine göre büyük ölçekli sermaye şirketleri diyebileceğimiz şirketler bağımsız denetime tabi olacak. Dolayısıyla KOBİ’ler bağımsız denetimden muaf olacak. Hangi şirketler büyük ölçeklidir hangileri KOBİ’dir, bunu da Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bir düzenleme ile belirleyecek.
Orada 3 tane kriter var uluslararası hukukta kullanılan. Bir çalışan sayısı. İki özkaynak büyüklüğü. Üç ciro büyüklüğü. Bunlardan eşikler belirlenir, örneğin 250 çalışan ve 20 milyon özsermaye veya ciro gibi. Bunlardan ikisini aşanlara büyük sermaye şirketi deriz. Dolayısıyla muhtemelen bu büyük sermaye şirketleri bağımsız denetime tabi olacak. Bu isabetlidir. Çünkü sermaye şirketleri, çalışan sayısıyla, müşterileriyle, tedarikçileriyle çok ciddi bir kesimi doğrudan ilgilendiren kuruluşlardır.
- KOBİ tanımı ticaret kanununda açıklanmalı mıydı, yoksa sizce buna gerek yok muydu?
- Ticaret Kanunu’nda KOBİ tanımı yok zaten. Fakat şu anda bizim bir KOBİ tanımımız var. Özellikle bu desteklerden yararlanmak amacıyla bir KOBİ tanımı yaptık. İşletmeleri ölçeklerine göre sınıflandırmamız lazım. Bu sınıflandırmayı öyle ya da böyle birisinin yapması gerekiyor. 1522’nci madde, ölçeklerine göre işletmeler, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından bir yönetmelikle düzenlenir diyor. Buna gerek yoktu çünkü bunlar zamanla değişebilecek şeylerdir. Hele hele burada bir takım rakamlar söylüyorsanız bu rakamların güncellenmesi gerekebilir. Mesela mikro işletmeler dediğimiz işletmeler de var. Dolayısıyla bunların zaman içinde güncellenmesi gerekir ve bu nedenle kanuna almak şart değil. Yetki verilmesi bu anlamda isabetli ve yeterli.
► DENETİM EŞİĞİNİ BAKANLAR KURULU BELİRLEYECEK
Diğer konuyu tamamlayacak olursak, kimler denetime tabi olacak, bunu Bakanlar Kurulu belirleyecek. Birinci ihtimal büyük ölçekli işletmeler. Belki onlar için daha büyük kriterler belirlenebilir. Ama bir de bazı işletmeler var ki onlarda büyüklüğe küçüklüğe bakılmaz. Neye bakılır? O işletmelerin yapmış olduğu faaliyetlere bakılır. Örneğin bankalar. Tek bir şubeniz var ve bu kriterlerin hiçbirisine uymuyorsunuz. Ama mevduat topluyorsunuz. Bankalar, sigorta şirketleri, emeklilik şirketleri, finansal kiralama şirketleri ya da hisse senetleri borsada işlem gören halka açık anonim ortaklıklar gibi. Bu tür şirketlerde bu ölçeklere bakılmaz. Bunlar kamuya hesap verme yükümlülüğü olan şirketler kategorisine girer. Bu şirketler ölçeklerden bağımsız olarak denetime tabi tutulurlar.
Benim beklentim açıkçası, bir, ölçeğine bakmaksızın şu şirketler bağımsız denetime tabidir diyecekler. Zaten bunların büyük bir kısmı şu andaki mevzuat kapsamında bağımsız denetime tabidir. Örneğin hisse senetleri borsada işlem
ŞİRKETE BORÇLANMADA NELER DEĞİŞTİ?
- Ortakların şirketlerden borç alması konusu çok tartışıldı. Son olarak nasıl bir düzenleme yapıldı?
- Yeni düzenlemede, şirkete borçlanma yasağına ilişkin iki madde de muhafaza edildi. Yani hem ortağın şirkete borçlanmasını yasaklayan 358’inci madde hem de ortak dışındaki yönetim kurulu üyelerinin ve onların yakınlarının da belli oranda sermayesine iştirak ettikleri şirkete borçlanması yasağı devam ediyor. Fakat 358’inci maddede bir düzeltme, iyileştirme yapıldı.
Eskiden hiçbir sınırlama olmaksızın ortağın şirkete borçlanması yasaktı. Hatta orada başka bir düzenleme daha vardı bir türlü anlam vermemiz mümkün olmayan. 358’inci maddeye göre ortak şirkete borçlanabiliyordu ama bunun istisnası eğer borç şirketle şirketin işletme konusu ve pay sahibinin işletmesi gereği olarak yapılmış bulunan bir işlemden kaynaklanıyorsa bu istisnaydı.
Örneğin ben otomotiv üretimi yapan bir şirketin ortağıyım. Aynı zamanda da bir bayim var. Gidip ortağı olduğum şirketten diğer bayiler hangi şartlarla araba alabiliyorsa ben de alabileyim. Peki bayi değilsem ya da otomobil satan şirketin ortağıysam ama ev hanımıysam borçlanamayacağım gibi bir sonuç ortaya çıkıyordu. Bir bunu düzelttiler.
Bir de şunu getirdiler. Şirketin kasasında edinilmiş ve dağıtılmamış kar var. Şirketin özkaynağı olduğu gibi duruyor. Şirket isterse bu parayı ortaklarına kar payı olarak dağıtabilir. İşte o dağıtılabilecek kısmın ortaklara borç olarak verilebilmesine bir imkan getirildi.
Bu düzenleme aslında geniş açıdan baktığımızda Türk hukukunda savunulabilir, anlamlandırılabilir bir düzenleme. Fakat şu eleştiriyi de yapmaktan kaçınamayacağım. İki tane maddemiz var. 358’inci madde ortağın şirkete borçlanmasını yasaklıyor belli şartlarla. Bir de 359’uncu madde var o da yönetim kurulu üyelerinin yakınlarının şirkete borçlanmasını yasaklıyor. İki maddeyi yan yana koyduğumuzda bir çırpıda beş tane fark sayabilirim size. Oysa bu iki madde de anlamlıysa ikisinin de hem içeriğinin hem de sonuçlarının birbirine paralel olarak düzenlenmesi lazımdır.
Bir başka nokta, ortağın şirkete borçlanması anonim ortaklıkları ilgilendiren bir hüküm. Ama limited ortaklıklarda da buna yollama yapmışlar. Yani 358’inci madde limited ortaklıkta da uygulanır, dolayısıyla limited şirkette de ortak, maddenin çizdiği sınırlar dışında şirkete borçlanamaz. Güzel. Her ikisi de sermaye şirketi. Her ikisinde bu hükmü öngörmek makul. İyi de bir anonim ortaklıkta ortak bu hükme aykırı olarak borçlanmışsa bunun cezai sorumluluğu var ama bir limited şirkette ortak bu hükme aykırı olarak borçlanmışsa bunun cezai sorumluluğu yok. Bizim kanun koyucudan beklediğimiz kendi içerisinde tutarlı olması. Maalesef bu tutarlılık yok gören şirketler SPK kapsamında. Bankalar, BDDK düzenlemeleri kapsamında. Enerji şirketleri ve RTÜK kapsamında yayın yapan kuruluşların hepsi denetim kapsamındadır. Dolayısıyla onlar devam edecek, onlara ek olarak muhtemelen bir eşik belirlenecek ve o eşiğin üzerindeki şirketler bağımsız denetime tabi olacak.
► SAMAN ADAMLAR DEVRE DIŞI KALACAK
- Anonim şirketlerin yeni dönemdeki vergi avantajı nedeniyle, anasözleşme değişiklikleri sırasında limited şirketlerin anonim şirketlere dönüşeceği beklentisi var. Anonim şirketler tek kişiyle de kurulabilecek. Bunun sonucunda önümüzdeki dönemde anonim şirket kuruluşlarında bir patlama mı yaşanacak?
- Gerek anonim ortaklıklar gerek limited ortaklıklar tek kişi ortaklığı olarak kurulabilecek veya sonradan tek ortaklı şirkete dönüşebilecek. Bu, yeni kanunun getirmiş olduğu bir imkan. Böylece, “saman adam” dediğimiz, emanetçi konumunda olan kişiler devre dışı kalıyor.
- Bu ortakların lakabı “saman adam” mıdır?
- Evet, onlara saman adam deniyor. Bu tür ortaklıklara da Türk Ticaret Kanunu’nu hazırlayan Bilim Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Ünal Tekinalp “iğreti ortaklık” diyor. Saman adamlara bundan böyle ihtiyaç olmayacak. Bu açıdan baktığımızda ticaret kanununun düzenlemesinin yerinde olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Basit bir örnek vereyim. İstanbul Üniversitesi bir anonim ortaklık kuracak. Üniversite tüzel kişi olarak bir ortak. Dört kişiye daha ihtiyaç olduğu için rektör de, rektör yardımcıları da mecburen ortak olacaklar. Gerek yok ki. Anonimlerde beş, limited ortaklarda iki ortağı tamamlamak için birisine sermayenin sıfır virgül sıfır sıfır bilmem kaç oranında pay veriliyor. Ama bu sanal. Gerçekte ortak olmak iradesiyle oraya gelen birisi değil bu. Bunu kaldırmış olması bence takdir edilecek bir durum.
► ANONİM ŞİRKETE KAYMA OLMAZ
Fakat, yeni düzenleme kapsamında limited ortaklıklardan anonim ortaklıklara yönelik bir kayma olacağı ya da anonim ortaklık kuruluşunda patlama olacağı öngörüsüne iştirak etmek mümkün değil. Sebebi şu. Vergisel açıdan baktığınızda 1 Temmuz 2012’den önce anonim ortaklıklarla limited ortaklıklar hangi konumdaysa 1 Temmuzdan sonra da vergisel açıdan aynı konumda. Yani vergisel açıdan anonim ortaklıklara yönelik bir iyileştirme yok.
► KURACAKSAN ANONİM ŞİRKET KUR
Bana şu soruyu sorarsanız, hocam bir şirket kuracağız, bize limitedi mi yoksa anonimi mi tavsiye edersiniz derseniz ben size hiç tartışmasız biçimde anonimi tavsiye ederim. Yeter ki 50 bin liralık bir sermayeyi taahhüt etme imkanınız olsun. Çünkü anonim için asgari 50 bin lira, limited için 10 bin lira gerekiyor. Niye anonimi tavsiye ederim? En basitinden şu gerekçeyle. Bir anonim ortaklıkta şirket kamu borcunu ödeyemezse ortaklarına gidemiyorsunuz. Dün de böyleydi, bugün de böyle. Ama bir limited ortaklıkta şirket kamu borcunu yani vergi borcunu, sigorta primini ödeyemezse sermayesi oranında ortaklara gidebiliyorsunuz. Anonim ortaklıklarda ortakların sorumluluğu gerçek anlamda sınırlandırılmış iken limited ortaklıklarda ortakların sorumluluğu devlete karşı sınırlandırılmamış durumda. O zaman neyi tavsiye ederiz biz ister istemez, eğer böyle bir risk üstlenmek istemiyorsanız elbette anonim ortaklığı tavsiye ederiz.
► HİSSE DEVRİNDE VERGİ AVANTAJI VAR
Başka avantajları da var. Özellikle payların belli bir süre sonra elden çıkartılması halinde anonim ortaklıklarda hisse senetlerini devrediyorsunuz ve onun gelirleri iki yıllık süre sonunda vergiden muaf oluyor ama limited ortaklıkta böyle bir vergi muafiyeti olmadığı için anonim tavsiye edilebilir. Ama tekrar ediyorum vergisel açıdan baktığımız bu avantaj ve dezavantajlar 1 Temmuz öncesi ve sonrasında farklılık taşımıyor. Yani Ticaret Kanunu’nda vergisel açıdan en ufak bir düzenleme bile getirilmedi.
► 310 BİN ŞİRKET GAYRIFAAL
- Gayrıfaal şirketlerin sayısının 300 bin dolayında olduğu söyleniyor. Biraz önce yeni gelen 3 geçici maddeden söz ettiniz. Bunlardan birisi de bunların tasfiyesine ilişkin değil mi? Nasıl olacak bu şirketlerin tasfiyesi?
- Efendim bu geçici maddelerden bir tanesi teknik anlamda münfesih olmuş ya da münfesih hale gelmiş şirketlerin ve kooperatiflerin tasfiyesiyle ilgili. Bunların sayısını tam olarak söylemek mümkün değil. Ama şu size bir fikir verebilir. Ben derslere girerken Türkiye’de kaç tane limited şirket var bunu öğrenip öğrencilere söylemek istiyorum. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de limited şirket sayısı bir milyon civarında. Ama Gelir İdaresi Başkanlığı’nın verilerine göre 630 bin civarında. 300 binin üzerinde bir farklılık var. Bu farklılık nereden doğuyor diye merak ediyorduk. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, sicilde tescili olanları sayıyor. Gelir İdaresi Başkanlığı ise vergi verenleri sayıyor. Rakamları bir araya getirdiğinizde 300 bin civarında bir gayri faal limited ve 5-10 bin de anonim şirket olduğunu söyleyebiliriz. Bunları gerçekten temizlemek lazım. Sicilden silmek ve terkin etmek lazım.
Bu amaca yönelik olarak son değişiklikle birlikte ticaret kanununa bir geçici 7. madde eklendi. Bu madde ile her şirketin kayıtlı olduğu ticaret sicili müdürlüğüne bu münfesih olmuş ya da sermayesini tamamlamamış, örneğin beş yıldır arka arkaya genel kurul toplantısını yapmamış, dolayısıyla belki toplu olarak değerlendirirsek gayri faal durumdaki şirketlerin sicilden terkin edilmesine yönelik süreci başlatma ve izleme yetkisi verilmiş. Yedinci madde Ticaret Kanunu’nun en uzun maddesi, 2.5 – 3 sayfa tutuyor. Bu sürecin nasıl başlayacağını ve nasıl tamamlanacağını birer birer söylemiş.
Ama şunu söyleyeyim. Ortakların ve yöneticilerin haberi olmaksızın bir şirketin sicilden terkin edilmesi diye bir şey olmaz. Öncelikle, en son gözüken yöneticilere yapılan bir tebligatla başlıyor bu süreç. Eğer o yöneticiler isterlerse bu tasfiye sürecini kendileri tamamlıyorlar. İsterlerse bir araya gelip hayır biz çalışmaya devam ediyoruz deme imkanına sahipler. Ya da sessiz kalınırsa bu süreç tamamlanarak sicil memuru gayri faal şirketleri sicilden silebilecek. Madde kapsamında ticaret sicili müdürlüğüne böyle bir görev verildi.
► TASFİYE İLANI ÜCRETSİZ
Bu eskiden de düşünülmüş, yürürlük kanununa bir madde olarak eklenmiş düzenlemeydi. Sonra Meclisteki görüşmeler sırasında bu maddeyi kaldırdılar. Aslında burada problem şu. Bir şirketi tasfiye etmek belli bir meşakkati ve meşakkatin yanı sıra belli bir masrafı gerektiriyor. Buna kim katlanacak? İşin kilit noktası bu. Bunun mümkün olduğu kadar masrafsız biçimde yürütülmesi için sicile yetki verildi. Örneğin, bir şirketin tasfiye sürecinin başladığını ticaret sicilde ilan ettirmek zorundasınız. Bu da Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi’nde ilan edilecek. Gazetenin bir ilan ücreti var. Bunu kim ödeyecek, işte bunu çözmüşler. Demişler ki bunlar ücretsiz olarak yapılacak.
- Yani bu durumda olan şirket ortakları devletten kendilerine birer tebligat gelmesini bekleyecekler.
- Anonim, limited şirketler ve bir de kooperatiflerin tasfiyeleri geçici 7. maddede öngörülen prosedür kapsamında gerçekleştirilebilecek. Kendileri de bunu yapabilir, sicil memuru kendisine verilen yetki kapsamında süreci tamamlayabilir. Uygulamada, gazetelerde söylenen şekliyle “bitkisel hayata girmiş olan şirketler”in fişi çekilecek deniyor. Ya da “beyin ölümü gerçekleşen şirketlerin fişi çekilecek” diyebiliriz.
► BENİ İLGİLENDİREN 90 MADDEDE DAHA DEĞİŞİKLİK GEREKİYOR
- Haziran değişikliği öncesindeki tartışmalar sırasında kimi hocalar kanunda 250-300 maddenin değişmesi gerektiğini söylüyorlardı. Sizin fakültedeki ana bilim dalında, Türk Ticaret Kanunu’nu ele alan periyodik toplantılar yaptığınızı biliyoruz. Kanunda nelerin değişmesi gerektiğini belirleyen bir bilgi birikiminiz oluştu. Bu durumda, yeni ve daha kapsamlı bir değişikliğe gidilmesi gerekiyor mu?
- Türk Ticaret Kanunu’nun tartışılacak maddeleri sadece basına yansıyan maddelerden ibaret değil. Sonuç itibariyle 1.535 maddelik bir kanundan bahsediyoruz. Türkiye’de benzer bir kod yok. Dünya üzerinde de bu kadar büyük kapsamlı bir kod yok. Bu kitabın içerisinde ticari işletme var, şirketler var, kıymetli evrak var, taşıma var, deniz ticareti ve sigorta var. Altı tane aslında birbirinden bağımsız olabilecek kanuni düzenleme var. Bugüne kadar konuştuklarımızın neredeyse tamamı şirketlere ilişkin. Hiç sigorta, deniz ticareti, taşıma, kıymetli evrak konuşmadık. Konuşulacak başka maddeler de olduğu tartışmasız.
Biz İstanbul Üniversitesi’nde bir çalışmayı 2011 Mart ayında başlattık. En son oturumu Haziran 2012’de yaptık. Eylülden itibaren de tekrar devam edeceğiz. Biz bu çalışmalarda, biraz da benim tabirimdir, “içinde bubi tuzağı barındıran” ya da “pimi çekilmiş el bombası” niteliğinde olan maddeleri not etmeye çalışıyoruz. Yani mutlaka değiştirilmesine ihtiyaç olduğunu düşündüğümüz maddelere. Bunların büyük kısmı Haziran 2012’deki değişiklik sırasında müdahale edilmiş ve değiştirilmiş maddeler. Ama değiştirilecek maddeler kesinlikle bundan ibaret değil. Bir sayı vermek çok da doğru değil. Benim kişisel kanaatime göre diyebilirim ki, beni ilgilendiren şirketler, ticari işletmeler ve kıymetli evrakta ki bunlar 850-900 madde yapar, toplam sorunlu olanlar yüzde 10 dolayındadır. Yani 90 madde vardır. Bunların 40-50 tanesinin mutlaka değiştirilmesi gerekir. Geri kalan 40-50 tanesi de pekala aklıselim bir yorumla aşılabilir. Kanunda bir sorun olabilir ama bu sorunu kanun uygulayıcısı, doktrin ve mahkemeler aklıselim bir şekilde yorumlar ve uygularlarsa kanun değişikliğine ihtiyaç duymaksızın sorun ortadan kalkabilir. Ben bu rakamın çok abartılmasının doğru olmadığı kanaatindeyim. Şüphesiz değişecektir zaman içerisinde.
► 2005’TE TBMM’YE GELDİ KANUN ESKİDİ
Bir de şu gerçek var. Kanun, 2005 yılından 2012 yılına kadar geçen 7 yıllık süre içerisinde eskidi. Hatırlayın, mecliste kabul edilirken 100’ün üzerinde önergeyle kabul edildi. Yani kabul edilirken dahi 100 tane maddesi değişti. Şimdi diyoruz ki biz bu kanunu Avrupa Birliği müktesebatına uygun olarak yaptık. Doğru. 2005 yılında AB müktesebatına uymaya özen gösterdik. Tamamında başarılı olduk diyemiyorum ama özen gösterdik. Aradan 7 yıl geçti ve bu arada bizim uyum sağladığını duyduğumuz maddelerde yine değişiklikler yapıldı. Sırf o amaçla bile baktığımızda bu kanunda bir takım değişiklikler yapmanın kaçınılmaz olduğu söylenebilir.
İki konuda endişemi dile getireyim. Onlardan birincisi şu. Kanun koyucu bir tercih ortaya koyabilir. Biz kanun koyucunun tercihini benimsemeyebiliriz, eleştirebiliriz ama o maddeyi uygulamakla yükümlüyüz. Kanun koyucu bir tercih ortaya koyduğunda, mesela şirkete borçlanma yasağı, bunu benimseyebiliriz ama diyebiliriz ki “ya, şu gerekçelerle bu tercih doğru değil, değiştirin”. Dolayısıyla kanun koyucunun tercihini bu anlamda çok sorun yapmıyorum. Bunu çok konuşacağız, tartışacağız. İşte internet sitesini tartıştık, değişti.
► NEYİN SIR OLDUĞUNA İŞADAMI KARAR VERSİN
- Bazı yorumcular, internet sitesine bilançoları koyma hükmünün sırları açıklama zorunluluğu anlamına gelmediğini söylüyordu.
- Efendim şöyle söyleyeyim. Diyelim ki ben şirketimin hisselerini satacağım. Pazarlık yapıyorum ve belgelerimi ona açıyorum. O adamla yaptığım ilk sözleşme nedir biliyor musunuz? Gizlilik sözleşmesi. O gizlilik sözleşmesini imzalamadan defterimi, bilançomu adama vermiyorum. Bugün devlet bile gelir vergisi veya kurumlar vergisi ödeyen en yüksek kişiyi beyan etmediği sürece ismini açıklamıyor. Ama biz bütün bilançolarımızdaki bilgileri, yani bir yıl içinde ne kadar ciro yapmışız, ne kadarını maliyet için harcamışız, ne kadar alacağımız var, bütün bunları paylaşıyoruz. Bunlar sır mıdır değil midir buna işadamları karar versinler, ben bilim adamı olarak karar vermeyeyim ama bunun bir benzeri ve örneği dünya üzerinde yok.
► ŞİRKET KAMUYA AÇIKSA SIR OLMAZ, ŞEFFAFLIK ŞART
- Halka açık şirketler de zaten açıklıyorlar.
- Onu da isterseniz biz şöyle söyleyelim. Kamuya hesap vermekle yükümlü olan şirketlerin üretime ilişkin, müşteri portföyüne ilişkin teknik sırlarının dışında sırrı olmaz. Verileri ilan etmek zorunda. Bir konuyu bir kez daha vurgulayayım. Bizim kanun koyucudan beklentimiz şu. Kanun koyucu tutarlı olsun. Bir yerde ak diyorsa öteki yerde de ak desin. Bir yerde şöyle bir düzenlemeyi uygun görmüşse, aynı konumdaki düzenlemeyi sermaye şirketi bakımından öteki tarafta da uygun görsün. En çok eleştirilecek noktalar bunlar. Ticaret Kanunu’nda buna ilişkin birçok örnek verebileceğim çelişkiler var. Tabii bunlar akademik camiada tartışılıyor. Bu çelişkilerin giderilmesi lazım. Bugün gündemimizde değil. Niye? Çünkü bunlar henüz uygulanmıyor. Ne zaman uygulanır? Yarın öbür gün bir ihtilaf çıktığında, mahkemenin önüne geldiğinde, mahkeme bir karar verdiğinde veya o karar Yargıtay’a gittiğinde o zaman konuşulacak şeyler bunlar. Ama o günleri beklemeden bunları konuşup tartışabilir, bir girişim varsa o girişime katkıda bulunabiliriz. Bu açıdan baktığımızda da kanunda değişmesi gereken maddeler olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Ben 2011 yılı Ekim ayında bir kitap yayınladım. Kitabın başlığı Yeni Türk Ticaret Kanunu Değişiklikler, Yenilikler ve İlk Tespitler’di. Değişiklikler ve yenilikler tamamen kanunu aktarmaya, tanıtmaya yönelik başlıklardır. İlk tespitler de benim isabetli görmediğim, yerinde bulmadığım bir takım eleştirilerdir. Bunu akademik camiada başka arkadaşlar da yapıyorlar. Zaman içinde bunlar konuşulacak ve kanunun kimi maddeleri rötuşlanacak ya da değiştirilecek diyebiliriz.
► YENİ TTK’YA BİR YIL İÇİNDE UYUM GEREKİYOR
- Şirketlere, “1 Temmuz 2012’den itibaren şöyle bir dünyaya geçtiniz, artık eski alışkanlıkları bırakıp şunlara dikkat etmeniz gerek” diyebileceğimiz şeyler var mı?
- Var tabii. Bir defa, bütün şirketlerin kanun koyucunun kendilerine tanımış olduğu bir yıllık süre içerisinde esas sözleşmelerini gözden geçirmeleri, esas sözleşmelerinde TTK’ya aykırı hükümler varsa onları ayıklamaları gerekiyor. Yeni TTK’nın getirmiş olduğu bir takım imkanlar var. O imkanlardan yararlanmak isteyebilirler. Örneğin, yeni TTK “kar payı avansı” diye bir şey getirdi. Eğer siz kar payı dağıtmak istiyorsanız mutlaka esas sözleşmenizde bu konuda hüküm öngörmek zorundasınız. Dolayısıyla yeni TTK’nın bir takım nimetlerinden istifade etmek istiyorsanız bu bir yıllık süre içerisinde buna uyum sağlamak zorundasınız. Bir yıllık süreyi geçirmek, bu imkandan artık yararlanmayacağınız anlamına gelmiyor. Ancak, o değişikliği yaptıktan sonra kanunun getirmiş olduğu imkanlardan yararlanma fırsatınız olacak.
Bunun için de acele etmeye gerek yok, onu da söyleyeyim. 1 Temmuz’da yürürlüğe girdi hemen oturup yapalım demeye gerek yok. Kanunun uygulanması bakımından yönetmelikler, tebliğler gibi ikincil mevzuat dediğimiz mevzuat çıkacak. Onu bekliyoruz. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı bu konudaki çalışmalarını son aşamaya getirdi diye duyuyoruz. O ikincil mevzuat için altı aylık bir süre var. İkincil mevzuat ortaya çıktıktan sonra bu uyum sürecini tamamlamak isabetli olur.
► YENİ BİLANÇO YENİ SİSTEME GÖRE
İkincisi, defterlere ilişkin olarak Türkiye muhasebe standartları gözükmüyor, yok gibi. Ama Kamu Gözetimi Muhasebe ve Denetim Standartları Kurulu diye bir kurul kuruldu. Bunun kapsamında yine defterlerin Türkiye muhasebe standartlarında ve raporların da hem Ticaret Kanunu’nun hem de o kurulun düzenlemeleri kapsamında Türkiye Finansal Raporlama Standartları’na göre çıkartılması zorunluluğu var. Tabii bu birinci planda şirketlere hizmet sunan yeminli mali müşavir, mali müşavir ve serbest muhasebeci mali müşavirleri ilgilendiriyor. Bildiğim kadarıyla o alanda da çok ciddi bir eğitim çalışması devam ediyor. Ama 1 Ocak 2013’ten sonra çıkartacağınız ilk bilanço yeni sisteme göre olacaktır. İlk bilançonun yeni sisteme uygun olabilmesi için de 1 Ocak 2013’te biz mevcut sisteme göre bilanço çıkartacağız, onu aynı zamanda yeni sistemin kriterlerine uyarlayıp ikinci bir bilançoyu da ilk bilanço olarak tekrar kaydetmek zorunda kalacağız. Dolayısıyla bunu sağlamak noktasında mutlaka bir takım adımların atılması kaçınılmaz.
► ŞİRKETLER KONU DIŞI İŞLER YAPABİLECEK
- Artık anasözleşmede yazmayan işlerin de yapılabilmesi konusu gündeme geldi değil mi?
- Onu biz, ehliyet bakımından ticaret şirketlerini özel bir yerde değerlendiriyorduk. Ticaret şirketlerinin ehliyeti ana sözleşmelerde yazılı olan konularla sınırlıdır. Bunun da bir başka adı “ultra vires” (konu dışı) denilen bir ilkedir. Yani siz pamuk ticaretiyle uğraşan bir anonim ortaklık iseniz maden işletemezsiniz. Bu böyle olunca, Türkiye’deki anonim ve limited şirketlerin, hatta eskiden kolektif ve komandit şirketlerin ana sözleşmelerindeki faaliyet konusu canlı hayvan alım satımından liman işletmesine kadar akla hayale gelebilecek her türlü konuyu kapsayacak bir içerikte kaleme alınıyordu. Şimdi böyle bir kaleme almaya ihtiyaç olmadığını söyleyebiliriz.
Ama bir şeyin altını çizelim. Biz ultra vires sistemini terk ettik de faaliyet konusunu tamamen devre dışı mı bıraktık. Hayır. Yine her şirketin ana sözleşmesinde faaliyet konusu yazacak. Yine her şirketin ana sözleşmesinde yazılı faaliyet konusuna aykırı bir işlem yapılmışsa yönetim kurulu üyeleri bunlardan dolayı sorumlu tutulabilecek. Hatta ana sözleşmedeki faaliyet konusuna aykırı olarak yapılmış olan bir işlem eğer karşı taraf o işlemin faaliyet konusuna aykırı olduğunu biliyor ise geçersiz dahi olabilecek.
► AB NORMLARINA UYGUN BİR DÜZENLEME
- Peki değişen ne oldu?
- Değişen şu oldu. Bu bir teorik tartışma. Mesela ben ultra vires sisteminin tam olarak terk edilmediğini söyleyenlerdenim. Ama bu konuda azınlıktayım. Eskiden ultra vires meselesi bir ehliyet meselesiydi. Dolayısıyla bir işlem ultra vires ise yok hükmündeydi. Bugün ultra vires meselesi bir ehliyet meselesi olmaktan çıktı, bir temsil meselesi oldu. Yani şirketin yönetim kurulu, yine faaliyet konusu kapsamında şirketi temsil etmekle yükümlü. Peki bunu aşarsa? Kanun koyucu, aşarsa bu şirketi bağlıyor, diyor. Ancak, eğer üçüncü kişi, yani şirketle işlemi yapan kişi yapılan işlemin faaliyet konusu dışında olduğunu biliyor ise işlem yine geçersiz kılınabilir. Dolayısıyla dün hak ehliyeti konusunda tartıştığımız meseleyi bugün temsil yetkisi konusunda tartışmaya devam edeceğiz diyebiliriz. Bu bir gelişmedir. Bu, AB normlarına uygun olan bir düzenlemedir.
Burada amaç iyi niyetli üçüncü kişiyi korumaktır. Üçüncü kişi geldi ve sizden bir daire satın aldı. Sizin ana sözleşmenizde daire alım satımı hakkında bir hüküm olmadığı için siz buna geçersiz diyemeyeceksiniz. Karşı taraf da bunu bilmiyorsa, iyi niyetliyse yapılmış olan işlem geçerlidir. Hatta ana sözleşmenizin tescil ve ilan edilmiş olması üçüncü kişinin iyi niyetini ortadan kaldırmıyor. Sizin, üçüncü kişinin bunu bildiğini ayrıca ispat etmeniz lazım. Bu aslında teorik bir tartışmadır. Ama şunu bilelim: Artık ultra vires kalktı, her şeyi yapabiliriz. Böyle bir şey yok. Yine faaliyet konusu var ve ana sözleşmede yazacak. Eğer yapılan işlemden zarar çıkmışsa bunu yapan yönetim kurulunun yakasına da yapışabilirsiniz. ■