GİRAY DUDA
Türkiye ekonomisinin yıllardır görülmemiş biçimde çalkalandığı, kurların tahmin edilemeyecek biçimde yükselme hareketleri yaptığı bir dönemde, ekonomik durumu ve geleceği daha iyi anlamak için Prof. Dr. Selva Demiralp ile konuştuk. Uluslararası piyasaları çok iyi bilen, güncel gelişmeleri köşe yazılarıyla değerlendiren ve çalıştığı Koç Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde dersler veren Demiralp bize ekonomik gelişmelere ilişkin düşünce ve analizlerini anlattı.
- Sayın Demiralp birkaç yıl önce ekonomiyi değerlendirme konuşmamıza hep olası ABD Merkez Bankası (FED) kararları ile başlıyorduk. FED kararlarına piyasa zaman içinde alıştı, bu konu gündemin biraz gerisine düştü. Ancak bugüne yine FED’in faiz artışı kararları ile başlamak istiyorum. ABD Başkanı Donald Trump, artık alışılan üslubuyla, ‘FED kafayı yedi herhalde’ diye bir açıklama yaptı. FED yönetimi ise ‘Faizleri artırdık, daha da artıracağız’ diye karşılık verdi. ABD ekonomisi bugün ne durumda ve bu tartışma neden yapılıyor diyerek söyleşimize başlayalım.
ABD EKONOMİSİ SAĞLIKLI BİR YOLDA
- Amerikan ekonomisi gayet doğru ve sağlıklı bir patikada ilerliyor. Çok uzun süredir olmadığı kadar iyi durumda. FED, yaptığı faiz artışına ek olarak Aralık’ta bir artışın daha sinyalini verdi. Gelecek yıl da üç kez artıracağını açıkladı.
Neden böyle bir artışta ısrar ediyorlar. Bu hareketler Türk okuyucusunun kafasını gerçekten karıştırıyor. İşler tıkırında iken neden faiz artırıyorsunuz? Çünkü bir noktadan sonra bunun enflasyon yaratmasından korkuyorlar. Enflasyonla mücadelede işin püf noktası, enflasyon yükselmeden faizleri artırıp beklentilerin bozulmasını engellemek. Beklenti bir kez bozulursa onu tekrar geriye çekebilmek çok zor oluyor. FED de kazanmış olduğu kredibilitesini, enflasyonu yüzde 2’lik patikadan çıkarmadan sağlamış. Beklentiler oluşma aşamasında iken doğru sinyali verip, ‘sakın yanılıp beklentilerinizi yüzde 2’nin üstüne çıkarmayın, biz gerektiğinde ekonomiyi yavaşlatmasını da biliriz, bunu hep yüzde 2’lik rayda götüreceğiz’ diyorlar.
MERKEZ BANKALARI DOĞRU BİLDİĞİNİ YAPIYOR
- Ama ekonominin yavaşlamasına da politikacılar itiraz ediyor…
- Evet, karşı çıkıyorlar. Trump’ı hatırlayacak olursak, daha başkan adayı iken -o sırada FED’in başında Yellen vardı- FED faizleri çok düşük tutuyor, diye eleştirmişti. Bir politikacının Merkez Bankası’nı eleştirmesi çok kolay. Muhalefette iken çok düşük diyorsunuz, iktidara gelince çok yüksek diyorsunuz. Ama, FED bu tür söylemleri kesinlikle dikkate almıyor.
Biz bu konuda bir araştırma da yaptık. Amerika’daki ve Avrupa’daki politikacıların Merkez Bankalarına ‘faizleri artır’ veya ‘faizleri yükselt’ şeklindeki demeçlerini topladık ve ondan sonra bunları topluca inceledik, Merkez Bankaları bunlara cevap veriyor mu diye. Kesinlikle cevap vermiyorlar.
Piyasalar da bunu biliyor ve cevap vermiyor. Trump çıkıp da ‘faizler çok yüksek, bundan memnun değilim’ diyorsa, piyasalar, ‘FED bu açıklamaya bakıp faiz düşürür mü acaba’ demiyor. Onlar da FED’in bağımsız olduğunu biliyorlar. En küçük bir şekilde piyasalara yansımıyor. Başkanın yorumunun etkisi olmuyor.
AMAÇ KONTROLLÜ YOL ALMAK
- Peki Trump’ın söylediklerinin doğru tarafı yok mu? Arka arkaya faiz artırımı yapılması durgunluğa neden olmaz mı?
- FED’in öyle bir beceriksizlik yapacağını düşünmüyorum. Amaç, ekonomiyi tam potansiyel büyüme noktasında tutabilmek. Eğer FED, zaten daralma, potansiyelin altına düşme tehlikesi görürse faizleri artırmaz. Böyle bir zorunlulukları yok. Ama şu da var. Politikacılar ekonomi büyüyebildiği kadar hızlı büyüsün isterler. Çünkü ne kadar büyürseniz işsizlik o kadar düşer ve sizin oyunuz artar. Ama potansiyelin üstüne bir kere taşarsanız o büyüme sürdürülebilir olmuyor. Ekonominin kendi kendini düzeltme mekanizması dediğimiz enflasyon yükseliyor. Enflasyon yükselince Merkez Bankası bir şey yapmasa da piyasa faizleri yükselerek o ekonomiyi zaten soğutuyor. Siz bunu piyasalardan önce yaparsanız kontrolü ele almış oluyorsunuz. Eğer bırakalım büyüdüğü kadar büyüsün derseniz bu kez ani yavaşlama riski doğuyor. Amaç, piyasa kontrolünde değil Merkez Bankası kontrolünde, daha ılımlı bir şekilde ekonomiyi potansiyele getirebilmek.
BUGÜNKÜ ADIM 12 AY SONRASINI ETKİLİYOR
- ABD’de enflasyon beklentisi yaratacak kadar yükselme ihtimali var mı?
- Şu anda enflasyon yüzde 2 dolayında. Ama FED, ‘eğer biz hareket etmezsek, ekonomi bu hızıyla devam ederse o enflasyon yükselebilir, diyor. Dolayısıyla Merkez Bankası’nın bugün attığı adım 6-12 ay sonrasına etki ediyor. Yani ideal olarak, 12 ay bekleyip enflasyonun çıkıp çıkmadığını göreyim, demiyor. FED, bugünkü beklentiye bakayım, daha enflasyon çıkmadan beklentileri tekrar 2’ye indireyim diyor.
ÖNCE AMERİKA’YI DÜŞÜNÜYORUZ
- Bu şekilde sürekli yapılan faiz artırımları doğal olarak ABD dışındaki ülkeleri de etkiliyor. Örneğin Türkiye’ye etkisi nasıl olur?
- Elbette gelişmekte olan ülkeleri doğrudan etkiliyor. Aynı getiriyi daha risksiz bir ülkede mi yoksa riskli bir ülkede mi kazanmak istersiniz? Paranın Amerika’ya doğru aktığını görüyoruz. FED Başkanına, ‘Siz gelişmekte olan ülkeleri hiç mi düşünmüyorsunuz, diyorlar. Başkan, biz her adımımızı çok daha önceden duyurarak, şeffaf bir biçimde atıyoruz. Bizim yapacaklarımız bunlardır, diyor. Siz de artık erken tedbir alın, çok fazla dışarıdan borçlanmayın, demeye getiriyorlar.
‘Ama olur da bizim attığımız adım gelişmekte olan ülkelerde bir global resesyona neden olursa o zaman dururuz çünkü bu sonuçta döner bizi vurur. Ama bunu yaratmamak için de elimizden geleni yapıyoruz. Elbette biz ABD Merkez Bankası’yız ve şu anda bundan daha başka yapacağımız bir şey yoktur’ diyorlar.
TRUMP’IN SÖZLERİ OLUMLU
- Bu arada, Türkiye ile ABD arasında yaşanan Rahip Brunson krizi kısa süre önce sona erdi. Başkan Trump, rahibin ABD’ye dönmesinden sonra, ‘Artık Türkiye’ye iyi gözle bakıyorum’ dedi. Aslında iki gün önce pek de iyi gözle bakmıyordu. Bu açıklamanın da bundan sonraya olumlu katkısı olur değil mi?
- Elbette olur. Zaten kur krizinin yükseldiği dönem Rahiple ilgili başladı. Trump önce meydan okumaya başladı. Arkasından gümrük tarifelerini artıracağını söyledi. Dolayısıyla bir yandan Türkiye’nin dış ilişkiler, jeopolitik riski arttı, diğer yandan da ekonomik riskleri arttı. Çünkü bu iş ekonomik yaptırıma dönüşmüştü. Tabii ki yumuşama sağlanması, dış ilişkilerdeki risklerimizi azaltacaktır. Kesinlikle olumlu bir etkisi var.
KORUMACILIK, CEZALANDIRMA YÖNTEMİ
- Korumacı politikalara önem veren bir kişi olarak devam ettirmesi de beklenebilir mi?
- Olabilir ama şu anda bunu daha çok bir cezalandırma yöntemi olarak uyguluyor. O cezayı belki biraz daha yumuşatabilir diye düşünüyorum.
ABD’YE BEDELİ DÜŞÜK
- Ama korumacı politikalar nedeniyle koyduğu vergi ve tarife artışları daha çok doğrudan Çin’e yönelik oluyor değil mi? Türkiye’ye dönük olarak aldığı önlemler onlara kayda değer bir kazanç sağlamayacaktır.
- Elbette, bizim için yüksek bedel olsa da onlar için oldukça düşük olduğunu söyleyebiliriz.
AVRUPA MUSLUKLARI KISIYOR
- Okyanusu geçip Avrupa’ya bir göz atalım mı? Avrupa önceki yıl hızlanır gibi olmuştu ama sanki yeniden duruldu.
- Öyle gibi ama Avrupa Merkez Bankası, ‘varlık alımlarını giderek yavaşlatıyorum’ sinyalleri vermeye başlıyor. Bir Amerika kadar işler yoluna girmiş değil ama yine de küçük bir ateşlenme görüyoruz. Avrupa Merkez Bankası (ECB) ekonomiye vereceği desteği çekiyor. ECB’nin piyasaya sunduğu parayı daraltması, elbette gelişmekte olan ülkelere olumsuz yansıyacak. Oralarda musluk ne kadar kapanırsa bize gelen fon akışı o kadar azalıyor.
AVRUPA’NIN DÜZELMESİ BİZİM İÇİN İYİ
- Avrupa’nın, Amerika gibi şu veya bu ülke ile ticaret savaşına girmemesi oldukça önemli değil mi?
- Önemli, tabii ki. Bizim, ihracatımızın büyük kısmını Avrupa’ya yaptığımız düşünülürse, Avrupa’nın durumunun iyi olmasına her zaman seviniriz. Avrupa ekonomisi coşmuyor, patlamıyor ama olumlu bir raya oturmuş durumda. Bu da Türkiye için olumlu haber. Olumsuz haber, belki, Avrupa Merkez Bankası’nın genişletici politikayı yavaşlatıyor olmasıdır. Ama olumlu haber de Avrupa ekonomisinin toparlanıyor olması ve bizim daha çok ihracat yapabiliyor olmamızdır.
STAGFLASYON DİYEBİLİRİZ
- Şimdi de Türkiye’ye geçelim. Konuşacak o kadar çok konu var ki. İsterseniz şuradan başlayalım. Genel bir Türkiye manzarasına baktığınızda ekonominin içinde bulunduğu durumun bir adı var mıdır?
- Tanımlardan yola çıkacak olursak, stagflasyon, enflasyon artı resesyonun bir araya gelmesidir. Türkiye’de enflasyonun olduğuna dair zaten kimsenin kafasında bir soru işareti yok. Giderek artan bir enflasyon var. Dolayısıyla burada sorun Türkiye şu anda bir resesyon yaşıyor mu ya da yaşayacak mı sorunudur. Eskiden ders kitaplarında resesyon, en az iki çeyrek küçülme, daralma olarak tanımlanıyordu. Ama o tanım artık değişti. Son dönemin ders kitapları, resesyonu, bir ülkenin normal büyümesinin çok altında bir oranda büyümesi olarak tanımlanıyor. İlla ki negatif büyüme anlamına gelmiyor. Sizin ortalamanız örneğin yüzde 5.5 ise ve büyümeniz yüzde 2’lerde dolaşıyorsa bu aslında resesyon tanımının içine giriyor.
Elbette bunu söylemek çok da kolay değil. Ben şu anda Türkiye’nin resesyona girdiğini düşünüyorum. Enflasyonu da yanına koyarsanız stagflasyonun olduğunu düşünüyorum.
BÜYÜME YAVAŞLIYOR
- Aslında son büyüme rakamları da fena gelmedi.
- Evet, yılın ilk iki çeyreğinde oldukça makul büyüme rakamlarımız var. Son çeyreklerde ise ciddi bir gerileme olacağını görüyoruz. Bunu PMI’dan, işsizlikten, kurdan görüyoruz. Evet, sanayi üretimi Ağustosta şaşırttı ama ondan sonraki dönemde sanayi üretiminde de düşüş başladı. İlk yarıdaki yüksek rakamdan dolayı bu yıla ilişkin büyüme rakamı belki de çok düşük gelmeyecek. Öte yandan şu anda içinde yaşadığımız dinamikleri düşününce önemli bir yavaşlama yaşadığımızı düşünüyorum.
RESESYON AYIP BİR ŞEY DEĞİL
Yeni Ekonomik Program, 2019 büyüme oranını yüzde 2.3 olarak belirledi. IMF ise Türkiye’nin büyümesine ilişkin beklentisini yüzde 0.4’e düşürdü. İşte bu resesyon tanımı. İlla ki negatife dönüşmesi gerekmiyor.
Öte yandan şu da var. Resesyon utanılacak, ayıp bir şey de değil. Biz bunlara konjonktürel dalgalanma diyoruz. Önemli olan bu dalgalanmaları minimuma indirip ekonomiyi o potansiyel patikada yürütebilmek. Büyüme ne 10’lara çıksın ne de 1-2’lere insin.
MARİFET EKONOMİYİ KONTROLLÜ YAVAŞLATMAK
Dengeleme politikaları nedir? Maliye politikası ve para politikasıdır. Para politikasına düşen ekonominin aşırı ısınmasına izin vermemek ve yavaşlatabilmektir. Eğer bunu yapmazsanız yapamadığınız faiz artışını enflasyon kaynaklı olarak piyasa faizlerinde görürsünüz. O da ekonomide daraltma yaratıyor.
Az önce FED örneğinden yola çıkmıştık. Marifet ekonomiyi kontrollü olarak yavaşlatabilmek. Siz bunu yapamazsanız piyasalar devreye giriyor ve iş kontrolsüz olarak istemediğiniz hızla yavaşlamaya dönüşüyor. Türkiye’de şu anda bunu yaşıyoruz.
BEKLENTİ YÜZDE 30’LAR
- Enflasyon şaşırtıcı ve aslında korkutucu bir artış gösteriyor. Tüketici fiyatları yüzde 24.52 ve üretici fiyatları da 46.15 gibi çok yüksek düzeylere çıktı. ÜFE’nin bu kadar yukarıda ve TÜFE’den farklı olmasının gelecek dönemlerde enflasyon artışının süreceğine ilişkin verdiği bir ipucu var değil mi?
- Elbette öyle. Burada, üreticinin maliyetlerini tam olarak tüketiciye yansıtmadığını görüyoruz. ÜFE ile TÜFE arasındaki makasın bu kadar açılması bunu gösteriyor. Bu da ileriye dönük olarak enflasyon beklentilerinin revize edilmesi anlamına geliyor. Şu anda yılsonu beklentileri yüzde 30’lara ulaştı.
MERKEZ BANKASI GECİKTİ
- Merkez Bankası geçen ayki büyük faiz artışında enflasyonun da önüne geçip önleyici davranmaya çalıştı. Ama şu anda bu faizin de yetmediği görüldü, değil mi? Öte yandan Yeni Ekonomik Programdaki hedefler de şimdiden aşıldı.
- Merkez Bankası’nın hatalı olduğu nokta çok geç kalmış olması. Ağustosta, kur krizinin patlak verdiği noktada Merkez Bankası’nın bunu izlememesi gerekiyordu. O süreç Türkiye’yi çok aşındırdı. Bir yandan kurdan gelen geçirgenlikle özel sektörün dış borcunun çok yükselmesi ülke riskimizi artırıyor. Bir yandan da Merkez Bankasının bağımsızlığı konusu tartışmalı hale geldiği için yine ülke riskinde artışa neden oldu. O noktada Merkez Bankasının neden harekete geçmediğini piyasalara açıklayamazsınız. Sonuçta kendi yaptıkları hesaplar var. Kurda yüzde 1’lik bir artış enflasyonu 15 baz puan artırıyor. Merkez Bankası bunun hesabını kitabını yapınca kur artışının enflasyon üzerinde nasıl bir artışa neden olacağının farkına vardı. Ama siz hareket etmeniz gerektiği yerde hareket etmezseniz ne oluyor? Hasar daha derinleştiği için yapmanız gereken faiz artışı da artıyor. Eylülde yaptığı 600 baz puanlık artırımı Ağustosta yapsaydı belki bugün bu noktada olmayacaktık. Geç kalması, kontrolü Merkez Bankasının elinden alıyor ve para politikasını daha zor hale getiriyor.
FAİZLER ARTABİLİR
- Bu durumda önümüzdeki haftalarda yeni bir faİz artışı gündeme gelebilir mi?
- Gelebilir. Çünkü biz yüzde 30’luk artışa razı olmak istemiyorsak, Merkez Bankasının mevcut faizi de şu anda pozitif bir reel faiz anlamına da gelmiyor. Politika faizi yüzde 24 ve enflasyon yüzde 24.5. Yeterince sıkılaştırma yok ve daha sıkılaştırmanın gerekli olduğunu düşünüyorum.
Ama Merkez Bankasının kafasında şu da olabilir. Ülke resesyona giriyor. Dolayısıyla talep eğer çok ciddi biçimde geri çekilirse, az önce bahsettiğimiz ÜFE’den TÜFE’ye olan geçişgenlik gerçekleşmiyor olabilir diye de düşünmüş olabilir. Ama ben yine de faiz artırımının ekonomide yaratacağı olumlu etkinin faizleri artırmamanın yaratacağı olumlu etkiden daha fazla olacağını düşünüyorum. Biz aslında şunu da gördük. Merkez Bankası 625 baz puan faiz artırırken uzun vadeli faizler düştü. Çünkü, enflasyon beklentilerini aşağıya çektiği için düştü. Dolayısıyla Merkez Bankası’nın ‘artık enflasyonu kontrolüm altında tutacağım’ şeklindeki adımları ve sinyalleri aslında ekonomide genişletici bir etki yaratacaktır.
KURUN MALİYETİ DAHA YÜKSEK
- ÜFE’deki artış yüzde 50’ye de ulaşabilir mi?
- Yüzde 50’ye de çıkabilir. Çünkü bunun sebebi kur artışı. Türkiye gibi ülkelerde kurlar inmediği sürece ister istemez üreticinin maliyeti de artıyor. Bunu nasıl düşürebiliriz, faizi artırarak. Bu kez de faiz maliyeti artıyor diyoruz. Evet, doğrudur ama yapılan araştırmalar kurdan gelen maliyetin faizden gelen maliyetten çok daha fazla olduğunu gösteriyor. İki kötüden birisini seçeceğiz bu durumda. Kuru düşürerek maliyetleri düşürmeyi seçmek bana daha mantıklı geliyor.
Özel sektörümüzün çok ciddi bir borç sorunu var. Firmalarımızın almış oldukları borçları ödeyemeyecek duruma gelme ihtimalleri var. İşte konkordatolar arka arkaya gelmeye başladı. Şu anda bu kur şokunun yarattığı ödemeler dengesi sorununu çözmemiz gerekiyor. Kuru aşağıya çektiğimiz zaman şirketlerin borç yükünü de aşağıya çekeceğiz. Ama bu da tek başına yeterli değil. İflasın eşiğine gelen şirketlerin bankalara olumsuz yansımaları olacak. Çünkü bankalar da bu şirketlere kredi verdiler. Bankaların tekrar sermayelendirilmesi gerekecek. Bu durumda Hükümetin ister istemez buraya kaynak aktarması gerekecek.
ÜFE, TÜFE’YE YANSIYACAK
- ÜFE’deki o şişkinliğin TÜFE’ye yansıması kesin olan bir şey midir. Üretici o fiyatları mallarına yansıtmak zorunda herhalde değil mi?
- Yansıtmak zorunda. Normalde, ekonomide talep daha güçlü iken bu yansımayı bire bir gibi düşünebilirdik. Şu anda bu geçişgenlik daha yavaş olacaktır. Çünkü talebin yerlerde süründüğü bir ortamda tabii ki o kadar rahat yansıtamayacak. Bu durumda şirket zora girecek. Bunu daha ne kadar götürebilirim diye hesap yaparak gidebildiği yere kadar gidecek.
KURLARIN GERİYE ÇEKİLMESİ GEREKLİ
- Kurların iyice geriye çekilmesi Merkez Bankası ve Hükümetin elinde olan bir şey midir?
- Merkez Bankası nasıl kurları daha aşağıya çeker? Türk varlıklarını daha cazip hale getirerek. Faizleri yüksek bulan yabancı yatırımcı bundan yararlanmak için Türkiye’ye gelir, para akışı artınca da kurlar aşağıya iner. Konu sadece bundan ibaret değil tabii ki. Risk çok yükseldi. Merkez Bankası’nın yüksek risk var iken parayı çekebilmesi için riski de gözönünde bulunduran ölçüde faiz vermesi gerekiyor. Riskleri düşürmek Merkez Bankasının işi değil. Burada maliye politikasına önemli bir görev düşüyor. Maliye politikası ya da Hükümet bunu ne şekilde yapabilir? Öncelikle dış ülkelerle yaşadığımız gerilimin azalması gerekir. Örneğin rahibin salınmasından sonra risklerde bir geri çekilme gördük. Dış ilişkilerde olumlu mesajların verilmesi riski, kuru geriye çeker.
Şirketlerin borçlarının bankaları olumsuz etkileyeceğini söylemiştik. Şirketlerin ne kadar borçlarının olduğu, bu borçların bankaları ne ölçüde etkileyeceği ve buna karşılık ne kadar zamanda ne kadarlık fon sağlanacağı gibi adımlar henüz net biçimde açıklanmadı. Bunların netleşmesi, Türkiye’ye ait riskleri azaltacağı için kuru yine aşağıya çeker. Hem Merkez Bankasının hem de Hükümetin üstüne düşen görevler var.
AYRINTILI, NET AÇIKLAMALAR YAPILMALI
Örneğin, BDDK’nın, stres testleri yapılmıştır, bankacılık şu şekilde etkilenecektir, şu kadarlık yeni sermayeye ihtiyaç vardır demesi gerekir. Bir de bütçeden şu kadar kaynak aktarılacaktır diye net açıklama yapılırsa piyasalar buna olumlu tepki verecektir ve kur da düşecektir.
Şu anda açıklanan sıkı maliye politikası sözleri ve hedefleri olumlu bir adımdır. En azından ekonominin potansiyelinin üstünde bir büyüme sağlayamayacağı konusunda farkındalık sağlanmış olması görülmektedir. Sıkı para politikası konuşuluyor ama henüz hangi kalemlerden ne kadar kısıtlama yapılacağı netleşmiş değil.
İTHALAT AZALINCA CARİ FAZLA ÇIKTI
- TÜİK, geçen cari fazla olduğu açıklaması yaptı. Bunun anlamı nedir?
- Türkiye ekonomisi ithal ara malı ile büyüyen bir ekonomi. Sonuçta bu bizim yavaşladığımızın bir göstergesi. Cari fazla vermemiz, resesyonu gösteren işaretlerden birisidir. Biz üretemiyoruz ve ithalatımız kalmamış, bu nedenle de cari fazla veriyoruz. Ülkenin üretim yapısının değişmesi, ithal ara malı kullanmak yerine kendi yağıyla kavrulan bir noktaya gelmesi halinde cari fazla vermemize sevinebiliriz. Bu istenen bir cari fazladır. Ama şu anda üretim kısılmaktadır.
KUR ŞOKUNDAN YARARLANAN DA VAR
- Bu arada ihracatta da artış görüyoruz. İhracat artışını hangi faktörler sağlıyor?
- Şu anda global olarak dünya ekonomisinin belli bir gücü var. Elimizde olan pazarları korumaya devam ediyoruz. İhracat olanakları olanlar, kur şokundan olumlu etkilenerek belli bir kazanç sağlayabiliyor. Yani gelişmiş ülkelerin güçlü olması bize bu fırsatı sağlıyor.
MÜCADELEYE HERKES KATILMALI
- Enflasyonla Topyekün Mücadele Programı kapsamında fiyatların yüzde 10 indirilmesi bir yandan iç pazarda talebin artması anlamına geliyor. Üç ay süreyle bazı zamların yapılmayacağı belirtildi. Önümüzdeki döneme ilişkin olarak, bu kampanyanın enflasyonun düşmesine katkısı ne ölçüde olur? Üç aylık sürede bir duraklama sağlayıp yılbaşından sonra yeni bir döneme geçeriz tarzında bir yaklaşım mı var?
- Enflasyonun altında yatan sebebi elimine edemediğimiz sürece enflasyonu kalıcı biçimde düşüremeyiz. Türkiye’de şu anda yaşadığımız enflasyon ağırlıklı olarak maliyet enflasyonu. Talep ciddi biçimde yavaşladığı için bir talep enflasyonundan söz edemeyiz. Maliyet enflasyonu da kurdan geliyor. Dolayısıyla siz kuru aşağıya çekemediğiniz sürece maliyetleri ve enflasyonu kalıcı biçimde düşüremezsiniz.
Maliyeti düşmeyen şirkete ‘fiyatını düşür’ diyorsunuz. Bu durumda kar marjı düşecek o şirketin. Bu uzun süre devam edemez. Şirketler geleceğe bakarken bir yandan maliyete diğer yandan da beklenen enflasyona bakıyor. Çünkü fiyatlar çok sık değiştirilemiyor. Buna ‘menü maliyeti’ deniyor. Nasıl ki bir restoran sürekli olarak menüyü değiştiremezse siz de fiyatlarınızı sık sık değiştiremiyorsunuz her kur şokunda. Bu durumda ben bir fiyat verecek olursam beklediğim enflasyona bakıyorum. Gelecek 12 ayda örneğin yüzde 40 enflasyon bekliyorsam bunu fiyatıma yansıtıyorum.
Belki şu olabilir. Siz beklenti kısmını aşağıya çekin. Herkes toplu halde bu beklentiyi geri çekerse enflasyon da aşağıya düşmüş olur. Dolayısıyla sizin kar marjınızdan yemeden enflasyonu aşağıya çekeriz. Bunun için yurt çapında herkesin kampanyaya katılıp elini taşın altına koyması lazım. Böyle olması halinde bir sonraki ayda enflasyonda düşüş görüp yıllık enflasyon beklentisini revize etmek mümkün olur. Böyle büyük bir katılımın sağlanması zor. Bir takım perakendecilerin katılması yeterli olmayabilir. Gayrimenkul kiralayanların, tüm sözleşmelerin de düşük tutulması gerekir ki toplam TÜFE enflasyonunu etkilesin.
Enflasyon beklentilerini kırabilmek için öncelikle güvenilir bir Merkez Bankası lazım. O Merkez Bankası’nın medyada çok eleştirilmemesi lazım. Merkez Bankası başkanının şunu yapacağız dediğinize piyasaların inanması gerekir.
KURUN YÖNÜ POLİTİKALARA BAĞLI
- Yılsonuna doğru kurlarda beklentiniz nedir?
- FED açısından bakacak olursak, FED’in faiz artıracağı kesinleşti. O da kurlarda yukarı yönlü bir baskı yaratır.
Bizim açımızdan ne olur? Bu, içeride uygulanacak politikalara bağlı. Eğer biraz önce bahsettiğimiz maliye politikası ile ilgili gerekli adımlar atılırsa o zaman kurda geri çekilme görebiliriz. Ama bu adımların atılmaması, gecikmesi ve yeterince anlatılamaması halinde kurda yukarı yönlü hareket bekleyebiliriz.