GİRAY DUDA
Piri Reis Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Erhan Aslanoğlu, dünya ve Türkiye ekonomisini çok yakından, güncel biçimde izleyen akademisyenlerden birisi. Düşüncelerini tüm platformlarda, ekonomi medyasında sık sık anlatıp ilgili kesimlerle paylaşan Aslanoğlu 2019’u ve 2020 yılına ilişkin beklentileri Global Sanayici’ye değerlendirdi.
- Sayın Aslanoğlu, yıllardır sizinle Türkiye ve dünya ekonomisini konuşup tartışıyoruz. Tarihsel olarak kısa sayılabilecek bir sürede geriye baktığımızda neredeyse hiçbir zaman rahat, huzurlu bir ortam olmadı ve sürekli olarak büyük sorunları konuştuk. Bu dünyada hiçbir zaman rahat günler yaşanmadı mı ekonomik ve sosyal açıdan?
- Gerçekten de rahat yaşadığımız dönemler çok fazla değil. 1960’lı yıllar kimilerince altın yıllar diye tanımlanıyor. Örneğin büyük bir Küba Krizi yaşanmış ama görece bugüne göre daha sakin bir dönem olduğunda herkes hemfikir. Yani 60’lı yıllarda kısmen rahatlık olduğunu söyleyebiliriz.
Öte yandan daha sonrasına baktığımızda büyük rahatlık olmadığını görüyoruz. Önceki ay Financial Times gazetesinde “Capitalism time to reset” yani kapitalizmin yenilenmesi, yeni baştan oluşturulması gibi bir başlık vardı. Bu, aslında şu andaki durumu özetliyor. Kapitalizm sadece ekonomisiyle değil, kurumlarıyla, sosyolojisiyle, siyasetiyle bir değişim içerisinde. Hem firmaların iş yapma biçimi, hem uluslararası kuruluşların yapı ve işleyişi hem de para sistemi ile resetleme ihtiyacında. Dünyadaki pasta büyütülemiyor ve pastadan pay almak isteyenler ise çok hızlı biçimde artıyor. Ele alınması gereken, gelir dağılımı veya iklim gibi pek çok hayati konu var.
KAPİTALİZM DÖNÜM NOKTASINDA
- Evet global dev sorunlar giderek büyüyor, sanki hiç çözülmeyecekmiş gibi duruyorlar.
- Evet ama bu sorunlar o kadar büyüyünce, bazen krizler çözümü beraberinde getirir noktasına gelmeye başladı. Avrupa’da ve dünyada sokaklar aylardan beri karışık. Fransa’da, Macaristan’da, Hong Kong’da yakın zamanda yaşananlara tanık olduk. Bunların hepsinin nedenleri farklı gibi gözükse de ortak noktaları da var sanki. Örneğin mevcut sistemin işleyişi ile ilgili sıkıntılar, gelir dağılımı sorunları her yerde var. Gençlerin değişen davranış biçimleri, kuşaklar arası farklılıklar tüm ülkelerde görülüyor. Kapitalizm önemli bir dönüm noktasında, evrimleşerek gidiyor. Dolayısıyla önümüzde türbülanslı zor bir dönem olacak gibi görünüyor. Ama arkasından yine bir sakin dönem gelir.
ABD SEÇİMLERİ SONRASI ZOR GEÇER
- Bunların hangi dönemler için söylüyorsunuz?
- Ben özellikle Amerikan seçimlerinden sonraki üç dört yılın zor olacağını düşünüyorum. Trump seçilse de seçilmese de. Ama Trump seçilirse, bu, ticaret savaşı gibi konularda daha agresif olabilir. Biz bir süre sonra djital para savaşlarını da duyacağız. Bir yandan da yaşıyoruz o değişimi. Çok konuşulan, “distrup to capitalism” yani kapitalizmi yıkıcı, bozucu yanları da olacak galiba. Umarım bu etki ekonomi dışına taşmadan yaşanır ve sistem şişmiş havayı boşaltarak yeniden sorunsuz yoluna devam eder. Bence gerginlik yaratan unsurlardan biraz uzaklaşır. Böyle olacağını düşünüyorum. Çünkü, dünyada çözülmesi gereken mikro bazlı yapısal sorunlar var.
Biliyorsunuz merkez bankaları sorunlara karşı geçtiğimiz yıllarda para bastı. Ama düşük faiz, demografik göç, iklim değişiklikleri, gelir dağılımı gibi birçok sorun var uluslararası düzeyde. Bunları görmezlikten gelmek, ameliyatı sürekli öteleyip serum almaya benziyor.
HEGEMONYA MÜCADELESİ
- Konuşmamıza belli başlı gündem maddelerinden, konularından devam edelim isterseniz. ABD Temsilciler Meclisi, Çinli Huawei’in ABD pazarına girmemesi yönünde karar aldı. Bu ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşında yeni bir aşama anlamına geliyor. Burada haklıyı haksızı söylemek de zor ama ticaret savaşları önümüzdeki dönemde de aynen sürecek mi?
- Ticaret savaşları olarak genellediğimiz bu çekişmede esas olan ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşı. Diğerleri sorunlu gündem maddeleri değil. Amerika ile Çin arasında bir hegemonya mücadelesi var. Aralarındaki ticaret savaşı aslında bu mücadelenin en masum kısmı. Amerika 300 milyar dolarlık açık veriyor. Bunun yerine 200 milyar dolarlık açık verse ne fark edecek? Sonuçta 20 trilyon dolarlık ekonomi.
Sorun, bu gidişle Çin’in dünyanın bir numaralı ekonomisi olarak en büyük süper gücü haline gelmesi. Şu anda ekonomik anlamda Amerika birinci, Çin ise ikinci geliyor. Şimdi Çin birincilik koltuğuna oturmak, ABD ise bu koltuğu vermemek istiyor. Mesele bundan ibaret.
TİCARET SAVAŞI DERİNLEŞECEK
Tabii bir ideoloji, teknoloji, ticaret savaşı da var. Ticaret savaşı en kolay kısmı, öbürleri daha da zor. Ben o yüzden bunun on yıllarca sürecek bir mücadele olduğunu düşünüyorum. Şu anda bir ateşkes içindeler. Trump da Şi de daha keskin bir savaşa girmek istemediler. Trump, seçim öncesinde Amerikan ekonomisinin bozulmasından korktuğu için, Şi de 32 trilyon dolar borcu olan Çin ekonomisinin daha da fazla yavaşlamaması için böyle davrandı. Çin’in daha da yavaşlaması alınan kredilerin geri ödenememesi, bunun finansal krize dönüşmesi riskini beraberinde getiriyor. Bunu şu anda yönetmeleri de zor olduğu için bu dönemde istemiyor. Yani bugün için ateşkes ikisinin de işine geliyor. Bunların yaptığı geçici bir ateşkes, kısmen daha derin bir savaşa girmeme hamlesi. Ancak, Amerikan seçimleri sonrasında biz bu ticaret savaşının her boyutuyla daha da derinleştiğini göreceğiz. Dünyayı da etkileyip korumacılığa doğru götürecek.
GLOBAL TİCARET GERİLEDİ
- Zaten bu ticaret savaşları global ticaret hacmini aşağıya çekti, küçülttü.
- Elimizdeki veriler de bunu çok net olarak gösteriyor. Amerika’nın 2018 yılından itibaren gümrük vergilerini artırması ile ticaret ve sanayi hacmi aşağıya doğru gitmeye başladı. Başka birçok neden var ama asıl neden bu gözüküyor şu anda.
FED’İN KARARINDA TRUMP’IN ETKİSİ VAR
- İkinci konumuz da yıllardır her söyleşide ele aldığımız Amerikan Merkez Bankası FED’in kararları. Faizleri ne kadar artırır, ne zaman artırır dedik durduk. Şimdi ise faizler inişe geçti. FED’in bu kararlarında Trump’ın etkisi var mı?
- Faizler geçen yıl bu sıralarda artırıyordu. FED bu yıl ise üç kez indirdi faizleri. Bu kararda Trump’ın etkisinin olduğunu elbette düşünmek gerekiyor. Öte yandan baktığımızda, Amerika’nın faizleri artırmaya ara verdiği dönem, ABD’nin temel öncü göstergesi olan (Satın Alma Yöneticileri Endeksi) PMI verisinin düşmesinin hemen arkasına denk geliyor. Geçen yılın Aralık ayında Amerika’nın PMI endeksi çok sert bir düşüş gösterdi. Bu, Amerika’nın 3’e doğru giden büyümesinin geriye dönmesi sinyaliydi ve bu gerçekleşerek büyüme 2’lere doğru gelmeye başladı.
FAİZLER BELKİ EKSİYE DÖNER
FED, bu tabloyu görünce, ‘önce biraz izleyeceğim, faiz artırımını durduruyorum’ dedi. Faiz indirimi için biraz sabretmeyi planlıyordu ama inişler devam edince çekindi, Trump’ın da etkisiyle faiz indirimlerine başladı ABD Merkez Bankası. Aslında FED bu gerilemenin ticaret savaşından kaynaklandığının farkında. Bu savaşın nasıl şekilleneceğini de tam olarak göremediği için bir indirime gitti ama bence FED burada daha önce yapmadığı bir şeyi yaptı. FED, normal olarak resesyon görmeden faiz indiren bir banka değil. İndirdiği zaman da 3 ayda zaten sıfıra getiriyor. Bu kez farklı bir şey yaptı. Öncekilerden değişik bir adım attı. Bunun arkasında bir mantık var ama kimi şeyleri göremediğini ya da etki altında kaldığını gösteriyor bu veriler bize. Dolayısıyla işi daha da zor. Çünkü Amerika’da şu anda resesyon yok. Ama gelmeyeceğini de söyleyemeyiz. Önümüzdeki aylarda gelirse bu kez faiz indirecek yeri de azaldı. Belki de eksi faize gidecek. Bunun da dünyadaki pariteler, bono faizleri üzerinde çok etkisi olacak. ABD’de şu andaki faiz 1.5 -1.75. FED resesyonu görürse eksiye gitmesi gerekecek. Daha önce 4’lerden sıfıra gelerek resesyonu ancak durduruyordu çok daha kötü olmasın diye. 1.75’den sıfıra indirirse etkisi çok az olur. Eksi 0.5 veya eksi 1 bile olabilir faizler. Böyle riskler var. Risk diyorum çünkü onun da başka yan etkileri ortaya çıkıyor. İzleyeceğiz. Bu da bir deney olacak. FED’in daha önce hiç yapmadığı bir şey oldu. Bence FED kararlarında sadece Trump’ın etkisi yok. Belirsizlik çok yüksek ve FED geleceği kestiremedi.
PİYASALAR BREXİT’İ HENÜZ FİYATLAMADI
- Avrupa da parayı bollaştırma politikası ile yoluna devam ediyor. Avrupa’nın en önemli sorunlarından birisi Brexit’ti. Kısa süre önce yapılan seçimlerden Boris Johnson galip çıktı. Bu sonuçlar bundan sonra Brexit’in daha sıkıntısız biçimde çözülebileceği anlamına geliyor mu?
- Kısmen geliyor. İngiltere Avrupa Birliği’nden çıkacak ama bir Gümrük Birliği, ticaret anlaşması yapacak. Başbakan Johnson’un niyeti bir yıl içinde işi tamamlamak. Buna karşılık uzmanlar 3-4 yıl sürebileceğini söylüyor. İngiltere’den AB’den çıkması, hem İngiltere’nin hem de AB’nin büyümesini olumsuz etkileyecek. Bence piyasalar bunu henüz çok fiyatlamadı. Çünkü, onu bastıran, ABD-Çin ticaret savaşında verilen mola var. ABD seçimleri sonrasında ticaret savaşı yeniden başlar ve bir yıl içinde Brexit’in olumsuz etkilerini de görürüz. Sterlin ve İngiltere ekonomisinde negatif etkileri göreceğiz. İngiltere, AB ile bağlarını tamamen kopartmadan bir şeyler yapmak zorunda ama bunu nasıl yapacaklarını henüz bilmiyorlar.
ŞU ANDA 17 TRİLYON DOLAR PARA EKSİ FAİZDE DURUYOR
- Global çapta büyük miktardaki paranın iyice aşağıya inen ve hatta eksiye dönebilecek faiz ortamında gideceği yerler arasında Türkiye de var mı? Bu ortamda ortalıktaki bu paranın Türkiye’ye gelmesi oldukça işe yarar değil mi?
- Dünyada şu anda 14 ile 17 trilyon dolar arasındaki para eksi faizde duruyor. Yani Türkiye’ye iyi para gelebileceğini varsayabiliriz ama bizim istediğimiz kadar gelmiyor. Yeni Ekonomi Programı’nda (YEP), “Dengelenme, Disiplin, Değişim” başlıkları vardı. Dengelenme dediğimiz şey ekonominin yavaşlaması, enflasyonun ve cari açığın gerilemesi, onu bir şekilde başarmış olduk. Ekonomi yavaşladı, ısınan ekonomi soğudu, işsizlik arttı, cari açık düştü ve enflasyon geriledi. Türkiye’nin bir daha böyle bir duruma düşmemesi için, disiplini koruyarak değişim kısmını -ki orada da sıkıntımız olabilir- başarması gerekiyor. Bunlar da yapısal reform dediğimiz şeylerdir. Türkiye kur riski olan bir ülke olduğu için sorunlar yaşıyor. Türkiye’nin YEP’te adı olan değişimi başarması gerekiyor ama nasıl olacağı tartışmalı. YEP’in bir takım öngörüleri var ama bence daha kapsamlı öngörülere ihtiyaç var.
Yani Türkiye değişimini başlatabilirse ve o değişim kredibl olursa, Türkiye bir hikaye yazıyor, elbette bu bir iki günde bitmez, yeter ki evet, bu Türkiye’yi olumlu yönde değiştirecek bir ekonomik hikayedir, Türkiye bundan sonra daha az kırılgan olacak, daha iyi büyüyecek dedirtecek bir noktaya gelirsek işte orada Türkiye kazanır.
TÜRKİYE’NİN EV ÖDEVLERİ
- Böylesi bir değişim için neler yapılması gerekir?
- Elbette yapılacak pek çok şey var. En temeli, Türkiye’nin büyürken cari açık vermeyecek bir yapıya gitmesidir. O da ithalatı artırmadan büyümektir. Biz alternatif enerji kaynaklarını devreye sokmalıyız. Bence bu fosil yakıtlar değil yenilenebilir enerji kaynakları olmalı. 5-10 yıl sonra fosil yakıtlara karşı müthiş bir tepki başlayacak. Bu şekilde üretim yapan ülkelerin ciddi sıkıntı yaşama ihtimalleri var. ‘Fosil yakıtla ürettiğin ürünü almıyorum, bana güneş enerjisi ile ürettiğin ürünü getir’ diyecekler. Dolayısıyla bizim enerji ithalatımızı düşüren, özellikle yenilenebilir enerjilerle dönüşüme ihtiyacımız var. Bir de ihracatımızı artırmalıyız. Bunu muhtemelen her yıl konuşuyoruz. Onun yolu da sofistike, katma değeri yüksek ürünler üretmek.
Yine sanayileşmeyle ilgili bir şeyi bir kez daha vurgulayayım, teşvikle değil, yeni bir modelle yapmak. Kamu-özel işbirliğine dayanan, bunu halka da açan bir sanayi planı çerçevesinde bunu yapmalıyız. Bu, yapılabileceklerden bir tanesidir.
Ayrıca Türkiye’nin tarımda reforma ihtiyacı var. Hem güvenli gıda için, hem Türkiye’nin enflasyonla mücadelesi için. Gıdamızı güvenliğe alacak, gelecek on yıllarda arz fazlası yaratacak düzenlemelere ihtiyacımız var.
İşsizlik ve diğer sorunlar karşısında eğitimin de yeni baştan düzenlenmesi gerekiyor. Ancak, her şeyin başında bizim büyürken cari açık vermeyecek bir hale gelmemiz geliyor.
TÜRKİYE’NİN POLİTİK, JEOPOLİTİK RİSKLERİ VAR
- Türkiye’nin kimi kararları uluslararası düzeyde ciddi sorunlar yarattı. Örneğin S-400’lerin alınmasının arkasında F-35’lerin verilmemesi ve yaptırımlar kararları ortaya çıktı. Trump, Türkiye ekonomisini daha önce de bozduklarını ve aynısını yeniden yapabileceklerini söyledi, tehdit etti. Türkiye’nin buna verdiği karşılıklar ve planları var. Bu gerginliğin önümüzdeki dönemde devam etmesi de beklenirken, ekonomide ne tür risklerle karşı karşıya kalabiliriz?
- Evet, bu problemi güzel bir biçimde özetlediniz. Türkiye ekonominin dışında bulunduğu bölge itibariyle politik, jeopolitik riskler de olan bir ülke. Dolayısıyla bu risklerin artması durumunda Türkiye’nin değişimi başarmak için enerjisi ve zamanı kalmayacak. Değişimi başaramazsa da yatırım çekmesi zorlaşacak. Türkiye’nin döviz ihtiyacını azaltamaması, kur riskinin var olması temelde bizim kırılganlığımızın devam etmesi anlamına gelir. Kur riski demek enflasyon demektir. Enflasyon faiz demektir. Yüksek faiz de büyümede sorun ve işsizlik demektir. Hepsi birbirine bağlanmış durumda.
2020 yılı, ticaret savaşına ara verilmesi, Brexit’in en azından bir süreliğine sıcaklığını kaybetmesi, geçen yıl merkez bankalarının çok para basması ve faiz indirmesiyle başlıyor. Bunun olumlu etkileri 2020 yılında görülecek. Para politikaları etkisini 6 ile 18 ayda gösterir. 2019 yılı ortalarında yapılan indirimler 2020’de etkisini gösterecek. Yani ticaret savaşına ara vermek, para politikalarının etkisini görmek, Brexit riskinin biraz azalması gibi nedenlerle dünya bir süreliğine, Amerikan seçimi öncesine kadar, o da yaz aylarına kadar biraz daha rahat olacak.
REFORMLAR İÇİN FIRSAT VAR
Türkiye’nin jeopolitik riskleri artarsa biz o rahatlıktan yararlanamayız. Ama jeopolitik risklerimiz artmazsa, Türkiye’nin 2020 yılının ilk altı ayında veya biraz zorlarsak 2020’nin tamamında reform yapmak için biraz zamanı olabilir. Bu açıdan biriken sorunlar var. Örneğin S-400 sorunu şu anda ortada duruyor. Ama bir noktadan sonra Türkiye’nin kendi büyüklüğü, stratejik önemi de tehditlerin kolaylıkla gerçekleşemeyeceğini de gösteriyor. Dolayısıyla o resim çok da değişmiş değil. Panik olmaya da gerek yok, riski küçümsemek de yanlış olur.
Ama bence 2020 sonrasında dünya daha sıkıntılı bir döneme gireceği için o sıkıntı politik ve jeopolitik alana da yansır. Dış politikayı ona göre yönetir içeride de ekonomiye odaklanırsak reformlar yaparak sıkıntıyı bir miktar azaltma potansiyelimiz olabilir. Ama çok da zamanımız yok. Gerçek anlamda reformları başlatıp ‘Türkiye bunları yapıyor, pozitif bir ortam oluştu, Türkiye bunları yaparsa başka bir ülke olacak’ dedirtebilmek önemli.
İŞSİZLİK ORANI DEĞİŞMEZ
- İşsizlikte yakın zamanda değişik bir ivme gösterir, farklı bir yön alır mı?
- Zannetmiyorum. Mevsimsel etkileri göreceğiz. Önümüzdeki aylarda biraz yükselir ama yaza doğru düşer. Yüzde 13-14’lerin altına düşeceğimizi zannetmiyorum. Normalde daha yüksek olur. Şu anda çok ciddi istihdam paketleri, teşvikleri olduğu için yukarıya çıkmasını önlüyor. Bu politikalarla daha da yükselmesini önlüyoruz. Düşmesi için bizim yüzde 5 ve üstünde kalıcı büyümeye geçmemiz lazım. Şu anda onu görmek için erken. Daha da artmaz belki ama düşmesi çok kolay olmayacak.
SON ÇEYREKTE 4-5 BÜYÜME OLUR
- 2019 ve 2020 yılı büyüme tahminlerinizi alabilir miyiz?
- Bu yılın son çeyreğinde, Türkiye ekonomisi para ve maliye politikasının etkisiyle, -bunu öncü göstergelerden görüyoruz-, Yüzde 4-5 civarında bir büyüme sağlayacak. Bence dünyadaki konjonktür de uygun olduğu için ötelenen talebin de devreye girmesiyle bu durum 2020 yılının birinci ve ikinci çeyreğinde devam edebilir. 2020’nin ikinci yarısında dünya ekonomisi yavaşlamaya başlayacak ve Türkiye de ondan etkilenecek. Bizim de ötelenen talebimiz devreden çıktıktan sonra gerek tüketici güveninin genel seviyesi, gerek harcanabilir gelirdeki düşüşler nedeniyle normal koşullarda talepte bir yavaşlama göreceğiz. 2020’nin ikinci yarısında büyüme oranı yüzde 3’lere dönebilir ve yıl ortalaması da yüzde 3-4 oranında olur. İlk altı ay hızlı, ikinci altı ay yatay ve aşağıya, yılın tamamında da yüzde 3-4 oranında bir büyüme bekliyorum. Biraz daha zorlanırsa ve koşullar biraz daha iyi giderse yüzde 5’e de yaklaşabiliriz. Ama sürdürülebilirlik için değişim şart.
ENFLASYON DÜŞERSE FAİZLER İNER
- Faizlerde biraz daha gerileme bekleyebilir miyiz?
- Bence zor. Çünkü önce enflasyonun daha da aşağıya inmesi lazım. Biz, büyümede sıfır olduğumuz bir yılda, kurun yatay gittiği, gıdanın manşet enflasyonun altında olduğu bir yılda yüzde 11.5 enflasyon yaşadık. Seneye büyüyeceğiz ve gıda iki yıl üst üste manşetin altında pek gitmiyor. Büyüyünce cari açık olacağı için de kura bir talep olacak ve kurda da bir miktar yukarı potansiyeli var. Kurun hareketlendiği, büyümenin olduğu ve tarımın zorlandığı bir yılda enflasyonun düşüşü konusunda çok daha temkinli olmalıyız. Bu nedenle ben faizlerin düşüşünü durdurduğu kanaatindeyim.
ENFLASYON YÜZDE 7-8’LERE İNMELİ
- Dışarıdan rahat para gelmesi için açısından faizlerin nerede olması gerekir?
- Enflasyonu gerçekten Merkez Bankası’nın öngördüğü gibi yüzde 7-8’lere indirirsek o zaman Türkiye mevcut faizlerle iyi bir cazibe yaratır. Ama enflasyon mutlaka inmeli. Seneye 7-8’lere inersek ve bugünkü dengeleri korursak cazip oluruz.
BÜYÜME ARTARSA CARİ AÇIK ARTAR
- Cari açığı da birkaç kez vurguladınız. Şu anda iyi gözüküyor ama büyümemiz artarsa böyle kalır mı?
- Cari açık büyüme düşük olduğu için iyi gözüküyor. Türkiye’nin pozitif enerjide bazı yatırımları oldu, boru hatları gibi. Yani dışarıdan enerji talebimiz biraz düşüyor. O nedenle büyürken eskisi kadar cari açık vermeyeceğiz ama yine cari açık vereceğiz. 30 değil de 15 milyar dolar açık versek de bu Türkiye için ciddi bir döviz talebi anlamına geliyor. O kadar net giriş olmadı. Finansman ihtiyacı açısından büyük paralar bunlar. Kısacası cari açık artacak ama eskisinden biraz daha az artacak gibi gözüküyor.