Öne Çıkanlar Schulman Plastik ÇOSB Prof. Dr. Erhan Aslanoğlu CEVAHİR UZKURT Uğurteks Rüştü Bozkurt

Doç. Dr. Ata Özkaya: Yüksek borçlanma ve vergiler bizi bekliyor

GİRAY DUDA

Galatasaray Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ata Özkaya herkesin merak ettiği, seçim sonrası dönemde ekonomide yaşanabilecekleri anlattı. Özkaya, ihracatçıların ve sanayicilerin kurdaki yükseliş talep ve beklentilerine farklı açıdan yaklaştı.

- Sayın Doç. Dr. Ata Özkaya, söyleşimizin adını geleceğe bakış, seçimlerden sonrasına bakış ve sanayicilerin yol haritası diye koyalım. Bugünden başlayalım isterseniz.

- Evet, ülke ekonomisinde olumlu olumsuz gidişat, enflasyonun yönü, ihracat, bütçe durumu, gelirler, vergiler, niyetler… Hazirandan beri ekonomi politikası değişti ve uygulanan ekonomi politikasının ne amacı var? Niye değişti, önce onu söyleyelim. Değişimden ne amaçlanıyor? 8 ay geçti, amaçlara yönelik bir gelişme var mı?

Burada, hükümetin dış politika dahil amaçlarına yönelik harcamalarının finanse edilmesi en temelde yer alıyor. 2023 haziran ayına kadar olan dönemde de bunun bir uygulamasını gördük. Neyin uygulamasını gördük? Genişlemeci politikalarla toplumdaki refah algısının güçlü tutulması ve öte yandan da çeşitli amaçlara yönelik harcamaların finanse edilmesini. Burada özellikle dış politikayı vurguluyorum. Çünkü hükümetin dış politika bileşenleri arasında Kuzey Afrika'dan tutun, Ortadoğu ve Pakistan’a kadar çeşitli amaçlar var geleceğe dönük. Bütün bunlar belirli kazanımların elde edilmesi üzerine kurulan ayrı bir uzmanlık alanına giriyor. Libya'daki faaliyetler, Türk Silahlı Kuvvetlerinin faaliyetleri ve iş birlikleri dahil olmak üzere. Böyle olunca para politikası, maliye politikası, yani ekonomi politikasının ana unsurları genişlemeci işledi. Bunda Covid-19 pandemisinin etkileri de var.

ENFLASYONLA MÜCADELE DÖNEMİ

Hazirana geldiğimizde elimizde yüksek enflasyon oluştu. Haziranda da bunu durdurma kararı aldılar. Çünkü harcamalar gelirlere denk gelmemeye başladı. Tek yapılması gereken vardı, o da vergileri arttırmak ve Temmuz'da bildiğiniz gibi büyük bir vergi oranı artışı yaşandı. Dolayısıyla buradaki asıl amaç bu gider-gelir kalemi tutturmak oldu. Hükümetin ikinci isteği de döviz artış hızını belli bir seviyenin altında tutabilmekti.

Gelişmekte olan ülkenin iki tane sorunu vardır. Birincisi bütçe açığı diğeri cari açık ve ödemeler dengesinin işleyişi. Açık vermez gibi gözükür ama ticari hesaplar açık verir. Bu ikiz açıkla yürüyemezsiniz. Dolayısıyla bunların toparlanması için politika değiştirmek gerekti ve bildiğiniz gibi bakan değişti, Merkez bankası başkanı değişti, ekip değişti ama beklenen olmadı. Yani yabancı yatırım istenildiği ölçüde gelmedi. Rezervler dolsa bile bu yapay bir rezerv oluşturma şekli oldu. Yapay, bankacılık sisteminin yurtdışından sentetik borçlanması ve borçlandığı dövizi TL'ye karşı Merkez Bankası’nda takas etmesi şeklinde. Yüz kırk milyar dolara geldi. Ama bu yapay bir döngü olduğu için yabancı yatırımcı da sıcak para veya uzun dönemli yatırım şeklinde, iki türlü de gelmeyi tercih etmediği için şimdi tekrar sorun oluşmaya başladı. Biz ikili açığa doğru tekrar gitmeye başladık. Bu yapılan değişiklik, yabancının gelmesini amaçlayan değişiklik düşünüldüğü kadar işe yaramadı.

DÖVİZDEKİ TALEP REZERVLERİ ERİTİYOR

- Enflasyonda süren artış ve açıklar, seçimlerden sonra yeni vergileri mi müjdeliyor?

- Bu, bize şunu söylüyor: Bütçe açıklarının devam etmesi vergi artışlarını gündeme getirecek. Öncelikle genişlemeci maliye politikası devam ettiği sürece enflasyon artmaya devam edecek. Para politikası patikası optimal olmadığı için Merkez Bankasının faiz kararı bunu dizginlemeye ya da stabilize etmeye yeterli olmayacak. Yüzde kırk beş faiz seviyesi şu an için buna yeterli değil. Hükümet eninde sonunda vergi artışına gitmek zorunda kalacak.

Dövizde ise vatandaş yani tasarruf sahipleri bu dediğim tabloyu görebiliyorlar mı? Finansal okuryazarlığı düşük ama geçmişten tecrübeli olduğu için birçok tasarruf sahibi doksanlardaki gibi dövizin tekrar artacağına çok ihtimal vermeye başladı. Bu da Merkez Bankasının bankalar aracılığıyla topladığı rezervin erimesine yol açıyor. Neredeyse aralık ayından itibaren bir buçuk, iki ayda on bir buçuk milyar dolar bir erime söz konusu. Vatandaşlar dövize doğru eğilimlerini güçlendiriyorlar. O yüzden bu yapılanların şimdilik ben arzu edildiği kadar işe yaramadığını değerlendiriyorum. İşe yaramaması da vakit kaybına yol açar. Vakit kaybı da önümüzdeki dönemde sorunların büyümesine yol açar.

UZUN DÖNEMLİ YATIRIMLAR

Öte yandan uzun dönemli yatırım gelmiyor. Uzun dönemli yatırımı kısaca şöyle söyleyelim: yabancıların belirli sektörlerde fabrika kurması diye örnek verebiliriz. Bunu neden önemsiyorum. Bu şu açıdan önemli. Çünkü etrafımızdaki ülkelerde bu konuda yatırımlar çok artıyor. Özellikle Balkan ülkeleri elektrikli arabalar konusunda yabancı yatırım çekip fabrikalar kurmaya başladılar. Körfez ülkeleri ise mikro işlemci yazılımları konusunda yabancı yatırım çekmeye başladılar ve bunlar çok yüksek miktarda. Ülkemizin bunun dışında kalıyor olması bizim için ve gelecek nesillerimiz için büyük handikap. Sadece bizim için değil gelecek nesillerin eğitimi, eğitimde seçecekleri branşlar, dünyadaki diğer akranlarıyla yarışması, katma değerli üretimin yapılamaması büyük bir handikap gözüküyor.

SEÇİM BÜTÇE AÇIĞINI ARTIRACAK

- Şu anda içinde olduğumuz seçim sath-ı mailinin bitmesi, yani 31 Mart belediye seçimleri sonuçlarının ekonomi politikasına etkisi nasıl olur?

- Şöyle düşünebiliriz: Belediye seçimlerinden sonra ekonomi politikasının daha sıkılaşacağına dair görüşler var. Yani bu mali genişlik, benim enflasyona yol açtığını söylediğim mali genişlik politikasının muhtemelen sonuna kadar devam edecek.

Benim söylediğim iki kalem harcama her zaman devam edecek harcamalar. Dolayısıyla her ücret artışında daha da artacak. Ama sizin dediğiniz belediye seçimleri için ekstra harcamaların yapılması tabii ki bütçeyi daha da aşacak. Ama bütün bunlar seçimden sonra geçecek, etkisini kaybedecek konular değil. Bizde adrese kayıtlı sistem gereği 86 milyon nüfus gözüküyor. Bunun 32 milyon kadarı kayıtlı, çalışan durumunda. Çalışabilecek nüfusumuzun altmış beş milyon olduğunu düşündüğümüzde, örneğin ABD gibi aslında çalışkan olmayan bir ülkeyle kıyaslandığında bile çok düşük durumdayız. O yüzden seçimler geçse bile siz insanları kayıtlı çalışmaya sevk etmediğiniz sürece bütçedeki açık hep artma tehlikesi gözetir, çünkü hanelere yardım yapmak zorunda kalırsınız. Bunu değiştirecek güç seçim değildir. Yani seçim geçti o zaman hanelere yaptığımız yardımı geri alalım derseniz bu sefer bir sonraki seçimde aynı problemle karşı karşıya kalırsınız.

AŞIRI BORÇLANMA BEKLİYORUM

- Dolaylı olarak toplanan vergiler, zamlar seçim sonrası dönemde mutlaka gündeme gelecek değil mi?

  • Evet, bunlar elbette gelecek. Sebebini söyleyeyim. Sadece iki gider, personel ve cari transferler senelik yedi trilyon lira tutuyor. Yıllık bir daha maaş artışı yaşanmasa da dolaylı vergilerden beklenen gelir altı buçuk trilyon. Dolayısıyla o farkın ya borçlanarak ya vergiyle kapatılması lazım. Hükümet, Hazine borçlandığı zaman bu borcu gelecek nesillere yükler. Ama dolaylı vergiler hemen gelen bir para olduğu için daha çok tercih ediliyor. Açığı kısmak bu saatten sonra ülkenin değişen siyasal sistemi ile mümkün gözükmüyor. Çünkü bu içinde bulunduğumuz siyasal sistemde artık siyaseten sorumluluk makamı tek makama dönüştüğü için, mesela belirli bir kesimin ücret artışı üzerine sosyal medyada oluşturduğu baskı havası bir anda planlananın üzerinde ücret artışı yapılmasına yol açıyor. Bunları gözlemliyoruz.

Bu durum açığı sürekli besleme potansiyeline sahip. Seçimler geçse bile deprem harcamalarının yoğunluğu burada ek bir külfet getiriyor. Bu zaten aşırı borçlanmaya yol açacak. Yani ben vergilerin kapatamayacağı kısmı söylüyorum. Ek olarak üç trilyon lira daha borçlanılması gerekiyor bu masrafları karşılamak için. Ama ülke geçmişe göre daha fazla bir finansal sistem büyüklüğüne sahip olduğundan dolayı bunun artık geri döndürülmesi çok zor. Seçimden sonra muhtemelen inşaat sektörüne aşırı derecede imkan tanındığını da göreceğiz. Burada ekonomik büyümenin düşürülmemesi ve işgücü yaratılması için böyle politikalar izleyeceğiz.

YÜKSEK ENFLASYON MU YÜKSEK KUR MU?

- Seçim sonrasında yeniden heterodoks politikalara dönmek, iki yıl öncesine dönmek mümkün olur mu?

- Para politikasında tam genişleyici bir durum ortaya çıkmayacaktır. Ama bu şunu değiştirmiyor. Şu an para politikası yarı gevşek diyebiliriz. Maliye politikası tam sıkılmadığı sürece para politikasına yapılanların, yani faiz kararlarının çok bir getirisi olmaz. İki yıl öncesinden ne farkı var? İki yıl önce ikisi de gevşekti. Krediler çok açıktı, kredi faizleri çok düşüktü. Büyük bir harcama ve talep döngüsü vardı. Şimdi o biraz kısıldı ama bu bizim gibi ülkelerde sürekli kısılamaz. Mesela konut kredilerini ve araç kredilerini sürekli kısamazsınız. Çünkü ekonominin diğer dinamikleri buna müsaade etmiyor. İnsanlarda o zaman refah algısı çok fazla düşmeye başlar. Bu da seçimlere direkt yansımaya başlar.

O yüzden bunu belli bir süre kısmış olacaksınız. Onun da amacı şudur: Yabancı yatırımcı gelmezse bunu kısması için bir iktidarın gerekli motivasyonu olmaz. Neden kıssın ki? Yüksek enflasyonla yaşamaya alışmış bir toplumuz biz. 90’lı yıllarda bunu gördük. Bu denendi. O yüzden yüksek enflasyon mu yüksek kur mu dediğinizde yüksek enflasyon tercih edilir. Çünkü bir grup gelir adaletsizliği üzerinden buradan daha çok para kazanabildiği için.

MURAT KURUM İSTANBUL’DA KAZANIRSA

Belediye seçimlerin sonucu neyi değiştirir diye konuşurken özellikle İstanbul’da belediye başkanlığının el değiştirmesi ve sayın Murat Kurum’un belediye başkanı olması halinde onun eski Çevre Bakanı olması hasebiyle Kanal İstanbul gibi projeler tekrar gündeme gelecektir. Aynı zamanda şimdi sayın Bakan Haseki'nin yanlış hatırlamıyorsam 700 bin konutluk projeleri var İstanbul'la ilgili. Dolayısıyla Hükümetin projesi İstanbul’u büyütmek olarak devam ediyor. İstanbul’un büyümesi daha fazla göç alması demek. Eğer İstanbul Belediyesi değişirse, bu, yatırımların artması anlamına gelecek ki bu inşaat firmalarının kentsel dönüşüm konusunda aktif edilmesi anlamına gelir. Bu da işgücünün inşaat sektörüne yönelmesi, tekrar bir büyüme anlamına gelecektir ve kredilerle bu şekilde yine bir refah algısı beş altı sene sürdürülebilir bir durum yaratır. Bunu geçmişte gördük.

ALT KATEGORİ ÜRÜNE TALEP

- İş dünyası, ihracatçılar birkaç aydır tüm toplantılarda döviz kurunun daha fazla artması gerektiğini, baskılanmaması gerektiğini söylüyorlar. Döviz kurundaki artışlar üretimde, ihracatta doğrudan artışı sağlar mı? İş dünyası önümüzdeki döneme nasıl hazırlanmalı?

- Ben bu soruya sizin belki de düşünmediğiniz tarafından karşılık vereceğim. Bu söylediğinizi çok sık duyuyorsunuzdur ama bunun bir karşı argümanını söylemediler şimdiye kadar. Eğer hayat pahalılığı varsa neden vatandaşlar AVM’leri dolduruyor? Buradan başlayayım. AVM'lerin doluyor olması tüketici açısından tüketici davranışı açısından şunu bize gösteriyor: AVM’lerde satılan malların kalitesinin geçmişe göre daha düşük olduğunu bir kenara koyarak bakarsak çeşitli semtlerdeki gözlemlere göre, tüketici teorisi gereği geliri düşen, alım gücü düşen tüketici alım gücü düşmesine rağmen bazı ürünlere talebini arttırır. Bu bazı ürünlerin bir adı vardır. Bunlar ‘alt kategori ürün’ diye geçer. Özellikle teknolojisi düşük ürünler. Normalde tüketicinin geliri düştüğünde, alım gücü düştüğünde biz ürünlere talebin de azalacağını bekleriz. Ama azalması gereken ürünler normal ürünlerdir. Dolayısıyla vatandaşlar AVM'ye yöneldiğinde, düşen alım gücü ile beraber satılan ürünlerin teknolojisinin düşük ürünler ya da kalitesi düşük ürünler sınıfında olduğunu, üretimin buraya doğru kaydığını görüyoruz.

Yani argüman olarak ortaya atılan savunulan şey aslında durumu gösteren bir ayna. 2021yılında pandemi sırasında Çin'den tedarik zinciri aksayınca, hatta kopunca, Çin limanları çalışmayınca yakın bölgelerden Avrupa Birliğinin tedariği karşılanmaya başlandı. Burada Türk üreticisi de 2021 yılının Haziran ayında sanayi üretimini yüzde 11 civarında arttırdı. Büyük bir hızla arttırdı. Bu yaklaşık 11 ay sürdü. Yüzde 11 yukarı çıkmış sanayi üretim hızı daha sonra peyderpey azalarak ama düşük hızda bir yıl boyunca neredeyse sanayiciye bu imkânı tanıdı ve bu da büyüme verilerine hizmet etti. Yüksek olmasına. Yalnız buradaki soru şuydu: Avrupa Birliği bizden aldığı ürünü almaya ne kadar devam edecekti? Bu bizdeki AVM ve tüketici örneğini Avrupa Birliği için düşünürsek, zengin ülkenin hane halkı sizden düşük teknolojili veya orta düşük teknolojili ürünü sonsuza kadar alamaz. Onların da şu an geliri resesyondan dolayı düştüğü için ancak ve ancak yüksek teknoloji talebini devam ettiriyor ama diğerlerini kısıyor. Çünkü siz AB’deki tüketicilere her yıl dolap satamazsınız.

TL DEĞER KAYBEDİNCE NE OLUR?

- Pandemi sonrasında lojistik, taşıma, tedarik konusunda uluslararası sıkıntılar ortadan kalkınca ihracatta yeniden eski rekabet koşullarına dönüldü o halde.

- Evet, o yüzden bizim üretici tekrar Çin'den gelen ürünlerle rekabet etmeye başladı. Tedarik zincirleri normal olup navlun fiyatları ve taşıma ücretleri düştü ama kendi üretim teknolojisini değiştirmedi beklendiği kadar. Dolayısıyla şu an kar maksimizasyonunu üretim maliyetlerini düşürerek, minimize ederek yapmaya çalışacak.

Burada da kurla oynamak rekabet gücü sağlar mı? Şimdi kurla oynadığınız zaman, TL değer kaybettiği zaman Türk lirası mal talebi bir miktar yükselir. Ama bizim 2011 yılından itibaren üretimimize baktığımızda üretim tipimiz orta düşük teknoloji üzerine genişlemeye devam ediyor. Orta yüksek teknolojide teşvikler olmasına rağmen arzu ettiğimiz genişlemeyi sağlayamıyoruz. O zaman da kurla oynamanız size çok kısa dönemde çok kısmi bir avantaj getirse de orta uzun dönemde çok büyük zararı olur. İhracatımızı arttırmaya yetmez. Çok eskiden ilişkiler böyle değerlendirilmiş olsa bile şu an yok. Böyle bir ilişki yok.

SERMAYENİN ÜRETKENLİĞİ ARTMALI

O yüzden bizim ihracatçımızın ve üreticimizin yapması gereken tek bir şey var, o da üretkenliği, yani marjinal üretkenlik dediğimiz sermayenin üretkenliğini özellikle yükseltmek. Tabii iş gücünün üretkenliğini de yükseltmesi gerekiyor ama o tek başına sanayicinin elinde değil. O ülkedeki insan kaynağının nasıl yetiştiği ayrı bir problem. Ayrıca tartışmamız gereken ekonomi politikanın dışında olan bir konu. Nasıl insan yetiştiriyorsunuz ve yetiştirmeyi öngörüyorsunuz. Şu an için sanayinin istediği yüksek ehliyet sahibi işgücünü sağlamıyor.

Geriye kalıyor sermayenin üretkenliğini arttırmak. Bizde sermaye malı üretimi de yüksek değil, maalesef ithal ediyoruz bildiğimiz gibi. Sermaye malı ithal ettiğinizde kur sizi negatif etkiliyor. Çünkü elinizdeki araçları yenileyemediğiniz her zaman, örneğin tekstil sektöründe, rakibiniz olan gelişmekte olan diğer ülkeler eğer onu yenilemeyi başarırsa siz onlardan pazar payı olarak geriye kalıyorsunuz. Burada da her geriye kaldığınızda kurun düşmesi gerektiğini savunduğunuzda bunun içinden ülke ekonomisi çıkamaz.

ORTA YÜKSEK TEKNOLOJİLİ MAL İHRAÇ EDİYORUZ

O zaman burada sanayicinin, özellikle kamudan aldığı teşviklerle üretkenliğini arttırmasının yolunu bulması gerekiyor. Bu da biraz orta uzun dönem yatırımı gerektiriyor. Olan ne? Eğer işgücü yeterince ehil değilse, maliyeti minimize etmek için ucuz işgücüne yönelmem gerektiğinden dolayı ucuz işgücünün yapabileceği üretime yavaş yavaş kaymaya başlıyorum. 2011 yılından bu yana baktığımızda orta düşük teknolojili mal ithal etmişiz ve orta yüksek teknolojili mal ihraç etmişiz. Şu an orta yüksek teknolojili mal ithal edip orta yüksek teknolojili ürün ihraç ediyoruz. Bu, bize, arada kattığımız katma değerin düştüğünü gösteriyor. Bu katma değeri düşüren şey on yıl içinde değişen işgücünün nitelik farkı. Bu, sanayicinin talep ettiği düşük nitelikli işgücü. Çünkü düşük ücret verelim, böylece karımızı maksimize etmeye çalışalım düşüncesi sanayicinin aslında yurtdışı pazarlarda geri kalmasına sebebiyet verecek ve veriyor da. O yüzden ben kurla oynanabileceğini değerlendirmiyorum ekonomi politikası olarak. Ancak bu dediğim sorunların yani üretkenlik sorununun çözülmesi gerekiyor. Bunun da iki boyutu var. Hem sermaye hem de işgücü üretkenliği.

Buna bir örnek verelim. ABD de son altı yedi yıldır sermaye üretkenliğini arttırmaya çalışarak sermayenin işgücü esnekliğini yükselterek büyüme politikasına devam ediyor. Bu tip yöntemler, bu tip metotlar kullanmamız gerekiyor. Yoksa işgücü kalitesini minimize ederek veya teşviklerle biz rakiplerimizi şu an yakalayamayız.

DÜNYA YÜKSEK TEKNOLOJİYE KAYIYOR

İki handikapımız daha var. 2030 yılında Avrupa Birliğinin karbon nötr teknolojilere geçecek olması birinci handikap. İkinci handikap da dünyanın doğrudan yüksek teknolojili ürünlere kayıyor olması. Yani biz yirmi yıl içinde görmediğimiz ya da yirmi yıl içinde ufak ufak biriken ama şimdi artık yakın olarak karşımızda duran bir durumla karşı karşıyayız. Örneğin elektrikli arabalara artık elektronik araba dememiz gerekiyor. Elektronik arabalardan tutun, birçok alanda dünya, büyük ülkeler yapay zeka teknolojisiyle farklı bir üretim dünyasına geçti. Diğerleri bunu takip edecekler. Talep böyle yönlenecek. Bizim bu çerçevede yapmamız gereken kurdan çok daha farklı yöntemlerle bunu yakalamaya çalışmak. Bu da işgücünün niteliği ile başlayan bir sorunlar zincirini karşımıza getiriyor. Sanayiciye ilk etapta sihirli bir değnek vermek mümkün değil. Ama sermayenin işgücü esnekliğini yükseltmemiz gerekiyor.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner116

banner115

banner114

banner111

banner110