Son zamanlarda hem dünyada hem ülkemizde herkes değişimden çok sık söz eder oldu. Gerçekten de 21’inci yüzyılı yaşadığımız şu günlerde, gelişmişlik seviyesi ne olursa olsun, bütün toplumları aynı derecede ilgilendiren çok köklü bir dönüşüm ve değişim sürecine girildiği, artık uzun boylu tartışılmaksızın herkes tarafından kabul ediliyor.
Kurum ve kuruluşlar tıpkı sanayi devrimi sonrası ortaya çıkan yeni toplumsal değişiklikler sırasında olduğu gibi, bu değişimi de kendi açılarından anlamlı hale getirmeye, böylece onu denetlenebilir, yönlendirilebilir bir harekete dönüştürmeye, yani değişimi yönetmeye gayret etmelidirler. Üstelik bu yüzyıldaki değişim mücadelesi daha fazla kar elde etmek, büyümek gibi amaçların dışında en çok da var olmak adına yapılacaktır. Yani başka bir deyişle; ancak değişimi yönetebilen kurumların ayakta kalabilecekleri zorlu bir döneme girmiş bulunuyoruz.
Uygarlık tarihine bakacak olursak insanın yaratılışından itibaren başlayan, insanları toprağa ve yerleşik hayata bağlayan tarım toplumu süreci büyük izler bırakmıştır. Uzun bir süre sonra James Watt’ın 1765’de buhar makinesini bulması, bunun enerji kaynağı olarak kullanılması, izleyen yıllarda da ileri teknolojik gelişmelere temel oluşturmasıyla sanayi toplumu şekillenmiş oldu. Bu günlerde ise uygarlık tarihinde üçüncü bir köklü değişim yaşamaktayız. Bilginin giderek çok önem kazanacağı şimdiki sanayi toplumundan tamamen farklı olan bir ‘Bilgi Toplumu’na doğru hızla ilerlemekteyiz. Hızla ilerlemekteyiz çünkü dünyada var olan bilginin toplamının üç-dört yılda bir, ikiye katlandığı söyleniyor. “50.000 yıllık insanlık tarihini 24 saate indirgediğimizi düşünelim. Şimdi saat gece yarısı 24.00; bir günlük gelişmeye bakalım. Gece saat 20.00’ye doğru insanlar birbirleriyle haberleşmeye başlamışlar. 11 dakika önce matbaa icat edilmiş, 4 dakikadır elektrik motorları kullanıyoruz, bilgisayarlar son bir dakika içinde ortaya çıkmış. Günlük yaşamımızda kullandığımız her şey son iki dakika içinde geliştirilmiş.”
Bülent Eczacıbaşı’nın yapmış olduğu bu benzetme son zamanlardaki baş döndürücü gelişmelerin hızını anlamak açısından gerçekten de çok önemlidir… Bilgi o kadar hızlı artmaktadır ki, herhangi bir bilgiye sahip olan her insanın, yaklaşık dört ya da beş yılda bir yeni bilgiler edinmek zorunda kalacağı, yoksa eskimiş biri sayılacağı söylenmektedir. Aynı zamanda bilginin yapısında da hızlı bir değişim vardır. Bugün emin olduğumuz şeyler, yarın saçma sayılabilecektir. Önümüzdeki yıllarda kurumların varolabilmesi bugünlerdeki değişime uyum gösterme yeteneklerine bağlıdır. Kesin olan şey, geleceği biçimlendirecek günlerin bugünler olduğudur. Çünkü, herkes bu girdaba kapılmış durumdadır. En büyük değişiklik ise bilgide olacaktır; bilginin şeklinde, kapsamında, anlamında, sorumluluğunda ve eğitimli insan için taşıdığı önemde kendini gösterecektir.
Böyle bir ortamda işyerlerinde değişim yönetilmezse değişmek zorunda kalınır. Değişmek ve değişimi yöneterek değişime uğramak çok farklı şeylerdir. Şekil 1’de görüldüğü gibi değişim önceden öngörülmez, planlanmaz ve yönetilmezse değişim kurumları yönetir ve kurumlar değişmek zorunda kalırlar. Bu “Değişmek” süreci, kurumların Pazar kaybetmesine, güçlü yanlarının azalmasına, hatta bazen yok olmasına bile yol açabilir. Oysa değişim yönetilerek “Değişim” yaşanırsa değişen şartlar kurum yararına kullanılabilir, fırsatlar daha kolay değerlendirilebilir.