Öne Çıkanlar Emeritus Profesör İlter Turan ÇOSB Girişimcilik Paneli Rüştü Bozkurt Necat Öney Sao Paulo

‘Yaşadığımız ticaret savaşı değil güç, mevzi kazanma mücadelesi’

GİRAY DUDA

Amerika Birleşik Devletleri ile Çin arasında aylardır karşılıklı olarak sürdürülen gümrük vergilerinin artırılması kararları dünya ticaretinde ciddi dalgalanmalar yaratıyor. Kararların bir kısmı 1 Eylül’de yürürlüğe girerken, önemli bir kısmının da yıl sonunda uygulanacağı açıklandı. Piyasaların dikkatle izlediği bu açıklama ve kararların anlamını Beykent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat Ferman’a sorduk.

- Sayın Prof. Dr. Ferman, herkesin ticaret savaşları şeklinde değerlendirdiği ABD ile Çin arasındaki mallara vergi konulması karar ve uygulamalarını bir işletmeci olarak siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Evet, aslında önce bu durumun tespitini yapmak daha doğru bir başlangıç olur. Yaşadığımız olaylar klasik anlamda bir ticaret savaşı değildir. Ticaret savaşı görünümü altında karşılıklı mevzi kazanma, inisiyatif kullanma ve karşıdakine galebe çalma işidir. Dolayısıyla ticaret savaşı olmadığına dair güçlü kanıtlar da gün geçtikçe ortaya çıkıyor.

TRUMP ‘ZOR OYUNU BOZAR’ STRATEJİSİ İZLİYOR

ABD Başkanı Donald Trump biliyorsunuz görevi devraldığının ilk haftasında demir çelik üzerinden ilk mesajını göndermişti. Bu daha evvel çalışılmış bir strateji veya taktiktir. Trump, ‘zor oyunu bozar’ stratejisini izliyor. Daha doğrusu bu stratejinin taktik açılımlarını oynuyor.

‘Zor oyunu bozar’ ne demek? Alışılmış kuralların dışında, karşısındakinin, rakibinin dengesini bozarak kendi inisiyatifini öne çıkaracak bir saha, hareket alanı yaratmaktır.

Dolayısıyla eğer bu bir klasik ticaret savaşı olsaydı, ticaret mücadelesinde teknik taraf öne çıkar. Yani hangi ürün grubuna, hangi oranda, hangi vadeyle yaptırım uygulanacağı konusu teknik bir konudur. Bu bir dosya hazırlanarak ortaya konur. Karşı itiraz olur. Tahkime gidilir. Burada böyle bir durum yok. Baştan beri olmadığını biliyoruz. Ticaret savaşları söylemi altında aslında karşılıklı güç mücadelesi sürdürülüyor.

MEKSİKA’YA SÖYLEDİKLERİ BİR DELİLDİR

Bunun somut göstergelerinden birisini yaz ayları başında izledik. Başkan Trump, Meksika’nın kendisine karşı uygulamakta yetersiz kaldığını düşündüğü göçmenlerin ABD’ye girişini engelleme politikasına karşı, “Eğer sen göçmenlere yol verirsen, önümüzdeki aydan itibaren senin tarım ürünlerine şöyle bir ek vergi koyarım. Bu konuda gelişme kaydetmezsen vergileri her ay yüzde 10 artırırım” dedi. Başkan Trump’ın sözleri, burada bir ticaret savaşı olmadığının gayet açık, net, tarihe geçecek kanıtdır. Şu anda gelinen nokta da zaten bunu gösteriyor.

Klasik bir ticaret savaşı olmaması açısından da şanslıyız. Çünkü ticaret savaşının kazananı yoktur. Sonu hüsranla biter, mutlak iflastır. Bildiğiniz dünya ticaretinin, global ticaretin yerle yeksan olmasıdır. Yeniden vurgulamak gerekir ki ticaret savaşı teranesi altında güç mücadelesi yapılıyor. Bir kere bunu çok doğru biçimde ortaya koyalım.

KUR SAVAŞLARI DA YOK

- ABD’nin Çin’e karşı doğal olarak güç gösterisine ihtiyacı var da Meksika’ya karşı da böyle bir gösteriye gerek duyar mı?

- Her yere karşı gösteri yapıyor. Gücü var ama hegemon adayı olarak kendi iradesini ortaya çıkarmaya çalışıyor. Dünyada şu anda hegemon bir ülkenin olduğunu söyleyemeyiz. Bu gayet açık ve net. Bir taraftan Dünya Ticaret Örgütü’nün tahkim mekanizmasına hakim vermeyerek, diğer taraftan hiç alışık olunmadık tweetler ve ‘iki ileri bir geri’ taktiğiyle devam ediyor.

Ticaret savaşlarının bir sosu da kur savaşlarıdır. Kur savaşları da gerçekten yok. Kur savaşı olsa global ekonomik düzen yerle yeksan olur. Kur savaşları üzerinden de rekabetçi güç analiziyle kısmi mevzi kazanmak istiyorlar. Bu uzun soluklu bir şey değil. Dolayısıyla teşhisi doğru koyalım.

ABD VE AB ÇOKLU STANDARTA SAHİP

Bunun benzerini Avrupa Birliği yapıyor. İnsan hakları kavramının arkasına saklanarak kendi istek ve ihtiyaçlarını öne çıkarıp empoze etmeye çalışıyorlar. Hangi insan haklarından söz ediyorlar. Bunlar çifte standartlar. Aslında çifte standart bile bir kaliteyi gösterir. Bu çifte standardın da ötesinde çoklu bir standart. Dolayısıyla bunu da bu arada yerli yerine koyalım.

Hal böyle olunca Trump’ın hareket alanı da daralıyor. 1 Eylülden geçerli olan kararla iğneden ipliğe, yeni yıl kartından ayakkabıya, ağır makine aksamından çocuk bezine kadar her şey kapsama dahil oldu. Bu ticaret savaşı değil, iradesini üstün kılma ve mevzi kazanma savaşıdır. Türkiye’nin de bu ortamda, bunun gayet bilincinde olarak hareket etmesi lazım. Ticaret savaşı mantığıyla devam edersek bunu doğru okuyamayız.

ÇİN’İN AMACI DA AYNI

- Çin de bu kararlara bir güç gösterisi, mevzi kazanma amacıyla mı karşılık veriyor?

- Elbette. Çin’i de şu açıdan ele alalım. Bu ülkede önemli gelişmeler oluyor. 40 yıl önce Çin’i ucuz üretim üssü yapan Çin’in kendisi değil. Batılı sistem Çin’i ucuz üretim üssü olarak kullandı. Çinliler çok akıllı ve uzun soluklu düşünen bir geleneğin temsilcileri. Onlar da içeriden bir transformasyon yapmaya çalışıyorlar. Baktılar ki ucuz, kalitesiz, markasız ürünlerle bir yere varmaları mümkün değil. Çin şimdi kendi kalitesini, markalarını oluşturmaya çalışıyor. Bu da Çin’in ucuz üretim üssü olarak kullanım süresinin dolduğuna dair bir işaret.

Çin’de bir süredir biliyorsunuz 9-9-6 hareketi, yani haftanın 6 günü sabah 9’dan akşam 9’a kadar çalıştırılmaya karşı bir isyan var. Artık Çin görece zenginleştiği için daha çoğunu talep ediyor. Bir yer zenginleşip daha çoğunu talep ederse orayı seçenler hemen başka bir ülkeyi hedefliyor. Biliyorsunuz bu gümrük vergisi savaşlarından Vietnam kazançlı çıktı.

ÇİN’DE YENİDEN KAMU İLERLİYOR

- Çin’de birkaç yıldır ekonomik alanda radikal kararlar alınıyor değil mi?

- Evet. Bu arada şunu da vurgulamak gerekir ki Çin’de sessiz bir devrim gerçekleşiyor. Başkan Şi Cinping kamulaştırmaların yolunu açtı. Yani özel sektör geriletiliyor, kamu sektörü ilerletiliyor. Bu, Çin’in aslında Hong Kong olaylarıyla da açılımı görülen gizli devrimidir. Bu yönelimden Çin’de yerleşen ve ihracatın yüzde 90’ını gerçekleştiren özel sektör memnun değil tabii ki. Çin’de ticaret ve ekonomide ciddi bir kontrol mekanizması var ve bunu daha da koyulaştırıyor.

Bu arada Çinli dev şirket Huawei krizinde olduğu gibi ABD’nin kararı, uygulamaları ticari değildir. Rekabet hukukuna da aykırıdır ama ‘hangi rekabet hukuku’ diye sorarsanız Amerika’nın burada haklı olduğunu görürsünüz.

ABD VATANDAŞI ZARARA GİRİYOR

- O halde bir çeşit ‘ticari oyun, ticari güç dansı’ diyebileceğimiz çok yönlü bu karar ve eylemler önümüzdeki dönemde de devam edecek.

- Elbette. Ticaret bir enstrüman olarak kullanılacak ama tehlikeli bir enstrümandır. Bazı kutsal akitlerin arkasına sığınarak yapılan girişimler bir süre sonra inandırıcılığını kaybeder. Başkan Trump’ın ticaret savaşı söylemi inandırıcılığını kaybetmiştir. Hareket alanı daralıyor. Artık iğneden ipliğe yeniden yaptırım uygulanabilecek ürün kalmadı. Üstelik bu içeride Trump’ın seçmenlerini de vurur hale geldi. Ortalama olarak bir Amerikalıya yılda 2.600 ile 3.100 dolar dolayında pahalılık yansıyacağı hesaplanıyor. Bu nasıl kompanse edilecek?

Bir de Amerikan çiftçisinin buradan karşılaştığı zarara karşılık sübvansiyon yoluna gidildi. Amerika’nın istismar edildiğini veya kaybettiğini iddia ettiği rakamın üstünde ödeme yapılıyor. O halde, ‘bu ne perhiz bu ne lahana turşusu’ şeklinde de bir durumla karşı karşıya kalıyoruz.

DÜNYA ÜLKELERİ SAMİMİ DEĞİL

- Evet biraz garip bir durum var. Gümrük vergileri belli oranda konulduktan sonra erteleniyor. Yürürlüğe girenlerle ilgili olarak karşı tarafa ‘gelin konuşalım’ deniyor.

- Gerçek ticaret savaşı böyle olmaz. Konjonktürel mevzi kazanmaktır bunun adı. Çünkü dünyada orta ve uzun vadeyi konuşmak mümkün değil artık. Bunun için güvenli liman arayışı artıyor.

Asıl mesele şu. İkinci Dünya Savaşı’nın en büyük galibi, kendi kurduğu global sistemden şu anda mümkün değil. IMF’den, Dünya Ticaret Örgütü’nden, Birleşmiş Milletlerden memnun değil. Peki yerine ne konulacak? Dünya ülkeleri bu konuda samimi değil. Bu konuda samimiyet gösteren ülkelerden birisi Türkiye. ‘Dünya Beşten Büyüktür’ diye işaret fişeğini attı. Bunun için birçok ülke Türkiye gibi, eskiden biliyorsunuz Hindistan’ın Üçüncü Yol teorisi vardı, şimdi de merkez ülke olma konumuna sahip az sayıda ülkeden birisi, belki de yeganesi Türkiye. Çünkü çok açık tespitleri bulunuyor.

TRUMP RESESYONDAN KORKUYOR

- Amerika ile ilgili bir noktayı daha açıklığa kavuşturalım. Yeni yılla birlikte ABD’de yeni başkanlık seçimi kampanyaları başlayacak. Trump’ın bu tavrı, kararları ve yaklaşımı seçimde kendisine istediği oy desteğini verir mi?

- Amerika Birleşik Devletleri, oy bakımından şu anda ortadan ikiye yarılmış gibi duruyor. Trump’ı destekleyenler ve karşıtları olarak kutuplaşma var. Bu aslında dünyanın birçok yerinde, toplumunda farklı kişiler ve farklı görüşler çerçevesinde de ortaya çıkıyor. Yani bir kırılma ve yarılma sürecinden geçiyoruz.

Her ülkede, özellikle popülist akımlar bu kırılganlığı artıracak politikalar uyguluyorlar. Bunlar da bütün dünyada prim yapıyor. En son, Almanya’da Saksonya, Brandenburg gibi eyaletlerdeki seçim sonuçları da bunu gösteriyor zaten.

Bu popülist akımların yükselişi öyle bir şey ki aralarında kültürel hiçbir bağ olmayan, farklı yerlerdeki İsveç’te de Macaristan’da da bu akımların hakim olduğunu görüyoruz. Yani bu örnekler sadece belli yerde değil. İsveç ile Norveç’in boğaz boğaza geldiği, birbirlerini suçladığı bir dünyada her şey mümkün.

OPSİYONLAR AZALIYOR

Evet, ABD seçim sathı mailine girmiştir. Başkanlığı döneminde, hiçbir zaman yüzde 40’lık benimsenme ve onaylanma oranını aşamayan Başkan Trump resesyon gündeme gelirse işinin zorlaşacağını biliyor. Tek şansı, bu görece zenginliğin ve işsizlikte gelinen doğal eşiğin devam etmesi. Dolayısıyla kendi atadığı FED Başkanı’na karşı acımasız söylemlere devam ediyor. Hareket alanı o kadar daraldı ki en sonunda, “Hangisi daha büyük düşman, Çin Başkanı Şi mi yoksa FED Başkanı Powell mı” dedi.

Tabii opsiyonların çok zengin olması dünyanın esenliği açısından her zaman faydalı. Hem bu ticaret savaşları adı altında sürdürülen itiş kakışta hem de ABD’de ve Avrupa’da opsiyonlar azalıyor. Dolayısıyla gidişat pek iç açıcı değil.

2020 BÜYÜME ÖZÜRLÜ GEÇECEK

- Bütün bunların dünyaya olumlu yansımasını bekleyemeyiz herhalde değil mi?

- 2019 yılı dünya açısından büyüme özürlü geçecekti, 2020 yılı da büyüme özürlü geçecek. Bunu OECD rakamlarında görüyoruz. Aynı trende seyahat ettiğimize göre trenden de dışarı yuvarlanmayacaksak -ki Venezuela bile tutunmuş yoluna devam ediyor- Türkiye ve benzeri ülkelerde küçülme eğilimleri ortaya çıkıyor. Pasta küçülüyor, mücadele büyüyor.

TÜRKİYE’DE İYİLEŞME İŞARETLERİ VAR

- Türkiye’nin de iç Pazar sıkıntısı, kurların yüksekliği, enflasyonun artması gibi önemli sorunları var. Bu uluslararası ortamın yansıması nasıl olur?

- Son dönemlerde ekonomik göstergeler göreceli bir iyileşmeyi işaret ediyor. Bu iyileşme gelişme anlamına gelmez. Bu iyileşme, kötüden iyiye doğru dengelenme süreci içerisinde senaryolarının pozitif tarafının ağır bastığını gösterir. Henüz sürdürülebilir ve öngörülebilir bir kulvara, patikaya yerleşmemiştir.

Türkiye’nin çözmek zorunda olduğu en büyük mesele ekonomik büyümeyi yeniden formüle etmektir. Bundan şunu kastediyoruz. Öngörülebilir, sürdürülebilir ve yaşam kalitesi ile ekonomik kalkınmayla tercüme, hemhal edilmiş bir büyüme modelinden bahsediyorum. Bu büyüme modelinde tabiri caizse Türkiye’nin uçağı en yüksekten uçacak, rotası belli olacak, hangi motorlar kalkışta, seyirde ve inişte nasıl bir rol oynayacak diye saptamak zorundayız. Formül belli. Sanayi, ihracat ve hizmetler sacayağının üzerinde duracak. Bu sacayağının üzerinde hangi sektörler ve dinamikler büyümeye ne kadar katkı sağlayacak ki bu büyüme bir şişme, irileşme olmasın. Buradaki temel sorun ‘enflasyon belasının’ bertaraf edilmesidir. ‘Enflasyon belası’ sözünü çok nazik, yumuşatarak söylediğimi belirtmek istiyorum. Enflasyon en büyük sıkıntımızdır, toplumun en büyük düşmanıdır. Ahlaki bakımdan çöküntünün her rengini ve kademesini gündeme getirir.

ENFLASYON YÜZDE 5’LERE ÇEKİLMELİ

- TÜİK’in son enflasyon açıklaması ile yüzde 15.01’e geriledi. Bir iyileşmeden söz edebilir miyiz?

- Evet, iyileşme var. Ama bu sürdürülebilir bir patikaya henüz oturmadı. Enflasyon gerçeklerin üzerine örtülen bir şal, hakikatı çarpıtan bir kötü mercektir. Behemehal yüzde 5’lik seviyelere çekilmelidir. Hiçbir taviz söz konusu olmamalıdır. Eylül’de yaşayacağımız, dünya tarihine geçecek olumlu baz etkisinin kıymetini bilelim ama her şeyi de ona bağlamayalım.

Biliyorsunuz rahmetli Bedri Koraman enflasyonu canavar olarak çizerdi. Küçükken kucağınıza alıp sevmeye çalışırsınız ama birden büyüyüp sizi altına alır ve nefessiz bırakır. Dolayısıyla hiç taviz verilmemesi gereken bir unsurdur. Bu konuda ben yeteri kadar ortak konsensüs vurgusu yapıldığına emin değilim. Türkiye uzun süre enflasyonist politikalarla kalkınmıştır. Çünkü halkın cebi para görür ama bu para enflasyon vergisiyle yeniden kamuya geri gider.

SANAYİ VERİMLİ ÇALIŞMIYOR

- Son 3 dönemdir küçülme yaşıyoruz. Büyümede sanayinin rolü ve ağırlığı yeterli değil mi?

- Büyüme konusunda sanayinin en iyi unsurlardan birisi olduğunu biliyoruz. İmalat sektörü de desteklenmeli. Maalesef 20-30 yıl öncesinin hatalı teşvik politikaları sanayiyi doğru yere getirmemiştir. Sanayi verimli çalışmıyor. Kapasite kullanım rakamlarını yeniden gözden geçirmek zorundayız. Sanayide millileştirme politikaları orta ve uzun solukta sonuç verir. Bunlarda kararlı yürüyüşümüzü sürdürmek zorundayız.

Hizmetler sektöründe turizmdeki mevcut sistemin tıkanmış olduğunu vurgulamak zorundayım. ‘Her şey dahil sistemi’ bizi bir yere götürmez. Turist sayısı değil ortalama harcama miktarını dikkate almamız gerekir.

DAHA AZ TURİST, DAHA ÇOK PARA

- Evet. Turizmin neredeyse tek ölçüsü kaç milyon turistin geldiğini gösteren rakamlar oldu.

- Ama bu ölçülebilir ve öngörülebilir değildir. Turizm bir ölçüde kirlenmedir. Daha az sayıda kişinin gelmesi, 600 dolarlara kadar inmiş kişisel harcama miktarının artması daha iyidir. Yani daha az turist gelecek ve daha fazla para harcayacaktır. Dolayısıyla bunun açılımları aranmalı. Yani belirli noktalarda çözüm aramak zorundayız.

YATIRIM TEŞVİKLERİ GÖZDEN GEÇİRİLMELİ

- Geçen hafta Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın açıkladığı İhracat Ana Planı’nı yeterli buldunuz mu?

- Evet, ihracat master planı açıklandı. Orada, önümüzdeki 5-6 yıl içinde ihracatın büyümeye 1.1 net katkı sağlaması öngörülüyor. Hedefte 17 ülke ve 5 sektör var. Orada da ince ayarlar yapılmalı. Mesela Tayland’ın olmaması kabul edilecek bir şey değil. Tayland ASEAN yoluyla Asya’ya açılmanın yoludur.

Tayland örneğiyle, bütün teşvik ve planların çok ince ayarlara tabi tutulması gerektiğini söylemek istiyorum. Mesela istihdamı destekleyecek programlar yeterli sonucu vermedi. O zaman burada ince ayarlar yapacaksınız. Büyüme verilerinde, yatırımlarda ciddi bir gerileme olduğu görülüyor. O halde yatırım teşviklerini hızla yeniden gözden geçireceğiz. Büyüme formülünü yenilemeliyiz.

KÜÇÜLMENİN AZALMASI SEVİNDİRİCİ

- Son üç dönemden bu yana büyüme değil küçülme yaşıyoruz. Küçülmenin önceki dönemlere göre azalmasından bir sevinç ve mutluluk çıkarabilir miyiz?

- Bir sevinç çıkartmamız lazım çünkü dünyada da büyüme özürlü bir trenddeyiz.

FAİZLER AZAR AZAR DÜŞÜRÜLECEK

- Merkez Bankası Başkanının değişmesinden sonraki önemli faiz düşüşünün sürmesini bekliyoruz değil mi?

- Evet, bu devam edecek. Burada 800 baz puanlık bir marj vardı. Bunun 425 baz puanı kullanıldı. Ağustos ayı için beklentilerin altında çıkan olumlu bir gelişme var. Baz etkisi dolayısıyla Eylül’de daha da iyi çıkacak. Ama sonra baz etkisi tersine çalışacak. Ben açıkçası yıl sonu enflasyonunun yüzde 16’lar ve üstünde olabileceğini düşünüyorum. Dolar/TL paritesinde TL’nin aleyhine gelişmeler olursa enflasyonun yükseleceği ama hiçbir şekilde yüzde 20’nin üstüne çıkmayacağı inancındayım. Bir de enflasyon stokunu unutmayalım. 2020 başında enflasyon kendisini sıfırlamayacak. Enflasyon stoku oraya devredecek, bunu unutmayalım.

Şunu bir kere daha vurgulamalıyım ki yüzde 20’nin altına düşmek başarı sayılsa da biz aslında yüzde 5’lere düşmek zorundayız. Enflasyon özürlü bir dünyada biz tablonun çok dışındayız. Hatta o kadar dışındayız ki enflasyon konuşulunca Venezuella, Arjantin ve Türkiye’nin adı geçiyor. Bu ayıbın dışına çıkmak zorundayız.

Sonuç olarak Merkez Bankası indirim patikasına devam edecek. Ama bu indirim 150 mi yoksa 200 baz puanlık mı olacak, bunu göreceğiz. Ama 100 baz puanın altına inmeyecek düzeyde bir indirim bekliyorum. Bu da genel olarak faizleri aşağıya düşürecek.

İŞ YAPMA SİSTEMLERİ DEĞİŞMELİ

Esas mesele, sanayi de dahil olmak üzere iş yapma sistemi ve modelimizin değiştirilmesidir. Bu konuda iş dünyasının artık radikal duruş sergilemesi lazım. Cepteki 1 liralık sermaye ile 10 liralık iş bitirme dönemi bitmiştir. İş alemi, işletme iktisadının üç önemli payandasını hatırlayıp gereğini yerine getirmelidir. İşi şu veya bu biçimde yapmak değil, işi etkin, etkili ve verimli yapmak zorundayız. Yoksa zamana, zemine göre değişen sübjektif duruşlarla rekabetçi avantaj kazanmamız mümkün değildir.

Kredi genişlemesi, hareket-bereket çerçevesi içinde gereklidir. Ama bu kredilerin nerede kullanıldığı meselesi de önemlidir. Eğer siz hatalı, yetersiz iş modelinizi ayakta tutmak, gemiyi yanlış rotalarda yürütmek için krediyi kullanıyorsanız o zaman gelişmeden öte, istenmeyen sonucu ancak geciktirebilirsiniz. Artık bağırma, feryat etme dönemi sona ermektedir. Yeniden yalın, çevik, fazlalıklardan kurtulmuş, gerçekçi kar marjları ile çalışan sanayi sektörüne ihtiyacımız var.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner116

banner115

banner114

banner111

banner110