HİLAL ÜNALMIŞ
2 milyonluk nüfusu olan bir ülke düşünün ki bu ülke Avrupa’nın en zengin ülkelerinden biri kabul edilsin. İşte bu ülke Slovenya… Bu ay Slovenya ile Global Sanayici’nin ‘Gezi’ sayfalarındayız…
Başkent Ljubljana’ya ilk gidişim aynı zamanda Slovenya’ya da ilk gidişim. Sloven arkadaşlarım, özellikle samimi 3 arkadaşım var -ki biri milletvekili, biri Avrupa Birliği Sağlık biriminde çalışıyor- onlarla sohbetlerimizde ülke hakkında çok şey öğreniyorum ama ilk kez Slovenya topraklarındayım.
2019’a az kala başkent Ljubljana’ya indim. Letalisce Jozeta Pucnika Ljubljana adındaki havaalanında karşılandım ve otelime vardım. Ah benim bu gezilerimin hepsi neden bahar ve yaz aylarında olmuyor? İşte gene soğuk ve havanın erken kararması yüzünden istediğim kadar gezemeyeceğim ve fotoğraf çekemeyeceğim.
Havaalanı küçücük. Bu da çok doğal, şehir zaten küçük, nüfusu yabancı öğrenciler sayesinde biraz artmış ancak 400 bine yaklaşmış… Bir ucundan diğer ucuna yürüyerek rahatça ulaşabiliyorsunuz ya da bisiklet kullanabiliyorsunuz. Belediyenin minik arabaları da var ama sanki binmekten ziyade yürümeyi tercih etmek daha hoş.
I feel Slovenia
Slovenya, coğrafyası ile Balkanların İsviçresi diye adlandırılıyor. Dağları, ormanları ve gölleri el değmemiş kadar temiz, turizme açık ama henüz çılgınlık derecesine varılmadığı için çok hoş, sanki ilk kez siz gidiyormuşsunuz gibi bir duygu uyandırıyor. Bu da dağ-göl-spa-sağlık turizmini pazarlayanların ağzını sulandırıyor sanırım. Akdeniz ile Alp dağları arasında, İtalya, Avusturya, Macaristan ve Hırvatistan ile çevrili bu ülke, günümüzde İngilizce olarak “I feel Slovenia” sloganı ile pazarlanıyor. Slovenia içinde yer alan love heceleri İngilizce aşk anlamını taşıdığı için böyle bir kelime oyunu yapılmış.
Hatırlarsınız, Slovenya Yugoslavya’dan fazla kan dökülmeden ilk ayrılan, bağımsızlığını ilan eden cumhuriyet olmuştu. Dili, Slav temelli Slovence zengin bir dil. Avrupa Birliği’ne de ilk giren Balkan ülkesi ve para birimleri de Euro. Bayrakları beyaz, lacivert ve kırmızı 3 şeritli. Üzerinde Slovenya'nın en yüksek dağı olan Triglav Dağı'nın 3 sivri noktasından, 2 mavi şeritten ve 5 köşeli 3 sarı yıldızdan oluşan ülkenin hanedanlık arması yer alıyor.
Parlamentonun kapısı
Slovenya, Parlamenter rejim ile yönetiliyor. Parlamento binası da pek örneğine rastlanmayan heykellerle süslü. Bina 1949 yılında inşa edilmiş dışardan bakınca sıradan gibi görünen az katlı dikdörtgen biçiminde. Ama bir giriş kapısı var ki işte bu kapı özelliğini sağlıyor… Zdenko Kalin ve Karel Putrih adlı Sloven heykeltraşların yaptığı bu kapı insanların özgürlüğü temasını işliyor, heykel grubunda kadın-erkek-çocuk bütün modeller çıplak olarak yapılmış. Yani parlamento binasına girerken onlarca çıplak insan heykelinin arasından geçmiş oluyorsunuz. Bu da belki özgürlük yanında Rodin’in Cehennem Kapıları heykelini çağrıştırıyor ya da bizim “Dünya malı dünyada kalır” atasözümüzü anımsatıyor.
Parlamentonun inşasında kullanılan malzemelerin Slovenya malı olmasına özellikle dikkat edilmiş, Mimar Vinko Glanz tarafından yapılan binada kırmızı bal peteği mermerleri kullanılmış.
Preseren’in şiirleri
Slovenlerin en sevilen şairleri, France Preseren… 500 dolayında şiiri var ve milli marşlarının sözleri de bu şairin bir şiirinden alınmış.
Zivé naj vsi naródi,
ki hrepené do”cakat’ dan,
da, koder sonce hodi,
prepir iz svéta bo pregnan;
da rojak
prost bo vsak,
ne vrag, le sosed bo mejak!
Sözler dostluğa vurgu yapıyor. Güneş nereye gidiyor diye soran şair “Dünya dışına çıkan kavga sönecek, herkes özgür olacak, düşmanlarımız değil komşularımız olacak” diyor. Neredeyse 200 yıl önce yazılan bu şiir günümüzde milli marş olmuş.
1800-1849 yılları arasında yaşayan Şair France Preseren’in heykelinin bulunduğu meydan Ljubljana’nın en önemli meydanı… Karşıda sevgilisi Julija Primic’in evi ve penceresinde kabartma bir resminin bulunduğunu öğreniyoruz. Neden kavuşamamışlar tam olarak öğrenemedim ama günümüzde aşkları heykel ve kabartma resim kimlikleri arasında sürüyor.
Köklü bir kültür
Slovenya Avrupa’nın genç bir devleti ancak bu topraklarda yerleşim, kültür çok eski… Dünyanın ilk müzik enstrümanı kabul edilen kemikten yapılmış flüt tam 50.000 yaşında. Dünyada ilk kez tahtadan yapılmış tekerlek de 5.000 yaşında … Yugoslavya’dan önce de bu topraklarda Avusturya-Macaristan imparatorluğu hüküm sürüyormuş. Osmanlılar da gelmişler ama sıkı bir korumayla karşılaşmışlar. 150’den fazla kale zaten bugün turistlerin ilgisini çeken yapılar… 5 yüzyıldan daha eskiye uzanan bir süreçte üzüm yetiştiriciliği yapıldığı açıklanıyor.
Günümüzde birçok nedenle Slovenya’ya gitmek o şehirleri görmek isteyebilirsiniz. Alp dağlarına çıkmak, şaraplarını tatmak, kültür festivallerine katılmak, tarihi yapıları görmek, harika göllerinde zaman geçirmek, sanat galerilerini dolaşmak, ballarını tatmak gibi uzunnn bir liste yapabiliriz. Ama gözü alan yeşilliği, Alp dağlarının muhteşemliği, dağ turizmini gayet ekonomik harcamalarla yapabilmek son derece çekici… Alp dağlarının adı bile bazen tercihleri değiştirebiliyor. Örneğin ben Slovenya’da kaldığım sürece Alp dağlarında yetişen bitkilerden üretilmiş bir çeşit çay içtim. Paketinde çay yazıyor ama rengi daha açık, hoş bir kokusu var bu çayın. Hatta dönüşte bir miktar da getirdim ve birkaç gün içmeye devam ettim…
Yeşil ejderha
Lublianika nehri, şehri boydan boya geçiyor. Zaten şehrin bu nehrin kıyısında kurulduğunu söylemek daha doğru. Kale, klişeler, köprüler en karakteristik noktalar. Ejderha kentin simgesi, efsanelere göre bu şehri kuran Jason adlı kişi bir ejderha ile dövüşüp onu yenerek buraya yerleşmiş. Diğer efsane ise bu ejderhanın şu anda Ljubljana’yı koruduğunu anlatıyor. Sonuçta bütün turistik anı eşyalarında bir ejderhaya rastlıyoruz ve tabii en çok fotoğraf çekilen köprünün başında da yeşil ejderha var… Benim de yeşil ejderha ile bir fotoğrafım oldu tabii…
Lublianika nehri dedik ya bu nehrin kıyısında çok sayıda lokanta, kafeterya, küçük sanat galerisi var. Kentin yaşlı nüfusu bisikletleriyle gelip buralarda zaman geçiriyorlar.
Yürürken yerde bir metal üzerinde kabartma harflerde yazılı bir plaka da dikkatimi çekti. 200 yıl önce o bölgede jeodezik çalışma yapıldığını ve bu noktanın jeodezik bir nokta olduğunu belirten bu plaka 2017 yılında yerleştirilmiş. 1817 yılında ilk jeodezik çalışma ile övünülüyor.
3 bıyıklı adam
Ljubljana Turizm Merkezi’nde 3 çeşit bıyık modelinden tasarlanmış ürünler gördüm. Bunların ne anlama geldiğini kimlerin bıyıkları olduğunu da öğrendim. Bu yıl Ljubljana şehrinin temelini tasarlayan ve bu şehrin marka bir şehir olmasının alt yapısını oluşturan 3 tarihi kişiliğe saygı yılı olarak ilan edilmiş. Mimar Joze Plecnik, yazar İvan Conkar ve ressam Rihard Jakpic yaşadıkları dönemde Ljubjlana’nın değerini artıran çalışmalar yapmaları ile tanınıyorlar.
Orada bulunduğum günlerden birinde hoş bir tesadüf oldu ve prostat kanseri için bir farkındalık etkinliği vardı. Preseren meydanında toplanan eylemcilerin hepsi dudaklarının üstüne bir bıyık yapıştırmışlardı. Erkeklerin yanında kadınlar, çocuklar bile bıyıklıydı. Sonra bu etkinliğin sadece erkeklerin yaşadığı bu hastalığa karşı dikkat çekmek için olduğunu anladım. Bu ekibin fotoğraflarını çekmeyi de ihmal etmedim.
Poletje tablosu
Şimdi geliyorum beni hıçkıra hıçkıra ağlatan müze ziyaretime… Hepimiz lise öğrencisiyken resim dersinde tanınmış tabloların yağlı boya kopyalarını yaparız ya… Ben de lise 2. sınıfta İvana Kobilca’nın Yaz adlı tablosunun kopyasını yapmıştım. Resim hocam ile bahçedeki renklerin, genç kadının kucağındaki çiçeklerin tonlarını bulmak için uğraşmıştık. Sonra unuttum gitti bu resmi, ama anneciğim saklamış… Annemin kaybından sonra evini boşaltırken bu resmi buldum, aldım kendi evime getirdim ve “Aaa güzel yapmışım hadi bir çerçeve ile tamamlayıp duvara asayım“ dedim. Ressamının ve aslının hangi müzede olduğunun da çok üzerinde durmamıştım. 30x50 cm boyutunda bu yağlı boya kopya yıllarca evimde duvarda asılı durdu.
Ljubljana’daki ilk günümde meydan gezimde turizm ofisine de uğradım ve o ayın etkinliklerinin yer aldığı broşür ve dergilerden aldım. Ama o ne benim tablom bir broşürün kapağını süslüyordu. Nasıl heyecanlandığımı anlatamam. Ekipten ayrılıp hemen müzeye koşmak istedim ama bir program vardı elbette. Sloven arkadaşım Marko’dan öğrendim ki bu tablo Slovenya’nın önemli tablolarından biriymiş. Kadın ressam Ivana Kobilca oldukça ünlü bir ressamlarıymış ve ailesi tarafından çok sayıda tablosu müzeye bağışlanmış. 1861-1926 yıllarında yaşamış olan Ivana’nın en meşhur tablosu da bu tabloymuş… Son gün iki arkadaşımla birlikte biz program dışı bir müze gezisi yaptık. Onlar da benim gibi heyecanlıydılar. 5’er Euro ücret ödeyerek Narodna Galerija’ya girdik ve bütün eserlerin önünden hızla geçip Yaz tablosunun önüne koştuk. Aman Allahım ne kadar güzel bir tablo… Benim için ne kadar tanıdık yemyeşil bir bahçe yine benim için ne kadar tanıdık bir genç kadın, başında şapkası, kucağında çiçekler etrafında çocuklar ile… Ben hıçkıra hıçkıra ağlıyorum, müze görevlisi ne olduğunu soruyor ve ona 16 yaşımdayken bu tablonun kopyasını yaptığımı anlatıyorum.
Karşısından ayrılamadım
Esas boyutları büyük, 140x180 cm boyutlarında. Ressam 1889-1890 yıllarında bu resmi yapmış ve gerçekten çok güzel… İngilizce tanıtım yazılarında tablonun adı Summer (Yaz) olarak geçiyor ama orijinal adı Poletje… Dakikalarca önünden ayrılamıyorum, videosunu çekiyorum, çok sayıda fotoğrafını çekiyorum. Arkadaşlarım da tablo ile beni çekiyorlar.
Sonra Ivana’nın diğer eserlerinin bulunduğu salonları gezdim ve bir sözünü de fotoğrafladım. Bu dünyadaki her şeyi görmek ve her perdenin arkasına bakmak istedim; Her zaman ileriye doğru gittim. Ve hiçbir şey için üzgün değilim. Dünyayı ve hayatı gördüm; Güzeldi ve güneş ışığı doluydu. Ve hiçbir şeyden pişman değilim” demiş… Bunu da güzel söylemiş diye düşündüm.
Sonra da müzenin alışveriş merkezine geçip üzerinde Ivana’nın biraz deforme edilmiş bir karakalem resminin basılı olduğu bir fincanı satın alıp fincan kolleksiyonumu zenginleştirdim. Müze defterine de 16 yaşında bir lise öğrencisiyken bu resmin kopyasını yaptığımı gözyaşları ile yazdım. Yıllar sonra Ivana ile tanışmak beni çok mutlu etmişti ve böyle bir duygu patlaması yaşamıştım.
Gece gezmeleri
Gece gezilerinden birinde kulağıma “Leylim ley” sözleri takıldı… Sokak çalgıcıları, turistlerin isteğine göre çok karışık bir repertuvar sunuyorlardı. Arada da Leylim Ley diyorlardı. Yanlarına yaklaştım önce acaba Türk müzisyenler mi diye düşündüm ama değillerdi. Birlikte, sözleri Sabahattin Ali’ye, bestesi Zülfü Livaneli’ye ait Leylim Ley şarkısını söylemeye başladık. Sözlerin bir kısmını uyduruyorlardı ama olsun soğuk bir gecede içim bir Türkçe şarkıyla ısınmıştı. Avrupalı arkadaşlarımın da hoşuna gitmişti bu durum…
İçimi ısıtan başka bir şey de kestane oldu. Aynen bizde olduğu gibi ‘kestane kebap’ noktaları var ve onlar da kestane diyorlar. Bir süre kestane pişirilen ocağa yaklaşıp ısınmak mümkün.
Altın kaplama heykeller
Yine bu gece gezmelerinde bazı heykellerin özel bir sera naylonuyla korunduğunu görünce nedenini sordum. Roma döneminden kalan bu heykellerin altın kaplama olduklarını zarar görmesinler diye böyle koruma altına alındığını söylediler. Bunca yıldır altın heykellerin şehrin göbeğinde hala duruyor olması ilginçti.
Bir akşam yemeğinden sonra Yugoslavya döneminin önemli bir bira fabrikasına ziyaret planlandı. Önce benim için çok cazip olmayan bu gezi bugün hoş bir anı olarak yerini aldı. 1864 yılında kurulan ilk fabrikanın müzesi tarihçenin anlatılması, bira tadılması, bugünün modern fabrikasının gezilmesi aşamalarından oluşuyordu. Bizlere özel fosforlu yelek giydirerek içeri aldılar. Biranın üretilme aşamasını anlattılar. Bazı fıçıların üzerinde hala Sosyalist Federetif Yugoslavya Cumhuriyeti (SFRJ) damgaları duruyor. Bira önemli bir ihraç malı imiş şimdilerde Slovenya’nın. Yugoslavya döneminin sanayi yatırımları da bu bölgedeymiş daha çok.
Kütüphane pencereleri
Slovenya’nın küçük bir ülke olması tıp konusunda gelişmiş olmasını engellememiş. Özellikle bazı tıp dallarında çok iyi oldukları uluslararası kongrelerde dile getiriliyor. Örneğin çocuk sağlığı ve hastalıkları alanında tanınmış doktorları varmış.
Ljubljana Üniversitesi çok köklü… Kütüphanesinin pencereleri bile özel düşünülmüş. Açık kitap sayfaları gibi bir dizayn yapılmış. 24 saat açık olan kütüphanede sabaha kadar çalışan öğrencileri görmek mümkün ve doğal olarak ışıklar hiç sönmüyor.
Sloven yemekleri ve balları
Gurme olmasam da gittiğim yerlerin özel yemeklerini tatmayı seven biri olarak Sloven yemeklerini sormaktan geri kalmadım. Ama bu konuda bir hayal kırıklığı yaşadım. En önemli yemekleri olarak sosis dediler… Hay Allah sosis de önemli yemek sayılır mı, biz onu atıştırmalık olarak yiyoruz.
Zaten otelde de özel bir yemek yoktu. Ama bal konusunda çok iddialılar. Biz de bal çeşitleri ile donatılmış birkaç geleneksel dükkana gittik. Gerçekten doğal ve güzel balları var. Sadece klasik bal ile yetinmeyip baldan çeşitli ürünler de yaratmışlar. Likör de bunlardan biri. Tattım ama sevmedim.
Tito’nun öldüğü şehir
Ljubljana’nın Yugoslavya’nın unutulmaz başkanı Tito açısından da bir önemi var. 1980 yılında Tito bu şehirde ölmüştü. Aslen Hırvat olan Tito, Slovenya bölgesinde son günlerini geçirmeyi tercih etmiş demek ki.
Dünya Mirası şehirler
Birleşmiş Milletler UNESCO tarafından biliyorsunuz bazı şehirler, mekanlar dünya mirası olarak ilan ediliyor. Slovenya bundan nasibini bol bol almış. Ljubljana belediyesi Yeşil Başkent ilan edilmiş. Tarihi bir yapının içinde çalışan belediye bu unvanını kullanmayı seviyor.
Slovenya gezisi 6 gün sürdü ve güzeldi. Her zamanki gibi ben havaalanına doğru giderken mutlaka yaz aylarında bir kez daha gelmeli daha rahat gezmeli, detayları daha çok incelemeliyim diye düşünüyordum.